Bu Blogda Ara

31 Aralık 2016 Cumartesi

HEY GİDİ 2016...

2016 çok büyük acılarla geçti...
Üzüntüden şişmiş kalplerimizi nerelere sığdıracağımızı bilemediğimiz günler yaşadık...
Sanki o bombalar canımızda patlamışçasına, kamyon çarpmışa döndüğümüz günler pek çok oldu...

Tüm bunlar yaşanırken hayatıma giren çok büyük mutluluklar oldu...
Bir şekilde beni ayakta tutan, fabrika ayarlarıma toparlayan, hadi bir umut, bir gayret diye ayağa kaldıran... Bunları görmezden gelirsem haksızlık ederim...







Oğlumla ilgili mutluluklar...Ve sanatla, seramikle, müzikle, sporla ilgili...
Evde gitar sesiyle uyanmak, birlikte çalıp söylemek;













yeni bir lisanın konuşulması,
(hem yabancı dil hem de ergen lisanı anlamında 😊);














yeni bir sporun antrenman programını takip etmek 🏐;

artık lisede devam eden okul hayatına, aile birliği bölümünde aktif olarak çalışarak dahil olmak;











fotoğraflarla günlük tutmak, yazdıklarımı blogda toplamak; 
bu sırada insanlara hayatlara hafifçe dokunarak geçerken,
onları gerçekten "gördüğünü" hissetmek hissettirmek...













Herbiri ile birlikte hayatıma giren yeni insanlar,
yeni dostlar, yeni paylaşımlar,
yeni duygular, yeni ilhamlar, yeni yaratımlar...












Eski birkaç dostun nasıl inanılmaz şekilde derinleştiği,
birlikte yaşananların hiçbir maddi değerle tanımlanamayacak kadar tatmin edici hale dönüştüğü zamanlar...














Geçmiş yılın muhasebesini yaparken,
gidenler, geçenler, kalanlar, gelenlerle...













İnsanın kendini tanımlarken kullandığı kelimelerin değişmesi...
Ve...
Hayatının altının üstünden daha kötü olmadığını görmek...
Nefesimizin yettiği kadar...











Ben bunlara şükretmeyeyim de ne yapayım...



Herkesten herşeyden öte,
öncelikle kendimize gülümsediğimiz günlerin bol bol olduğu,
sağlıklı bir yıl diliyorum hepimize... 
mutlu, umutlu, sevgi dolu yıllar...




   Let love rule...  



P.S. fotoğraflar 2016 yılı boyunca Instagram hesabımda yayınladığım karelerden oluşmuş seçkidir...


10 Aralık 2016 Cumartesi

YAZMACILIK... KAPALIÇARŞI'DA GÜNLERDEN BİR GÜN... (1.bölüm)

Geçen yıl gittiğim seramik kursuna ek olarak, 
bu yıl yazmacılık kursuna da başladım...
Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü'nde, Tahsin İstengel hoca ile...
Kendisini geçen mayıs ayında Feneryolu Halk Eğitim Merkezi’nin yılsonu sergisinde tanıdım. 
Sergi bünyesinde ahşap baskı workshopu yapmıştı ve biraz sohbet etme imkanı bulmuştuk.
Feneryolu'ndaki workshopa katılanların yaptığı kollektif baskı çalışması


Tahsin Hoca KüçükAyasofya'daki atölyesinde
Bir kitapta okumuştum, öğrenci hazır olduğunda,öğretmen ortaya çıkar, diyordu. Bu kısacık sohbetten edindiğim izlenim neticesinde, sadece ahşap baskı konusunda değil, sanata, zanaata, el emeğine, geleneksel olanla modern zamanı ve imkanları birleştirme konularına bakış açısından çok şey öğreneceğime inandığım bu hocayı takip ederek açacağı kursa katılmaya o gün karar verdim.
Tahsin Hoca, Ortaköy Elsanatları Pazarı'nı kuranlardan biri ve yazmacılığın kaybolmaya yüz tutan sanatlardan biri olmasından etkilenerek, 1987 senesinde Berrin Küçüka ile bu işe başlamış.


Yazmacılık, çeşitli boyalarla, genellikle keten, pamuklu, ipekli, en çok da tülbent üzerine, elle çizilip resmedilerek veya oyulmuş ahşap kalıplarla basılarak yapılan bir kumaş süsleme sanatı.
Desenler, ağaç kalıplara, kalıp ustasınca bir nakış gibi işlenerek aktarılıyor. Bu oyma işi büyük sabır ve el becerisi istiyor haliyle. Herkes yazmacı olur ama, kalıp ustası olamaz, sözü bence bu işin değerini anlatıyor. En güzel kalıplar ise sulak yerde yetişmiş ıhlamur ağacından oyuluyor. Bu sanat yemenilerde, bohçalarda, örtülerde ve günümüzde moda olan otantik kıyafetlerde ve hatta pareolarda kullanılmakta. 
Nurten Ercan Coudrains
Kandilli yazma deseni tablosu
Geçen zaman içinde çeşitli nedenlerle şekil değiştirerek ne yazık ki yaşama savaşı vermekte. Türünün en güzel örnekleriyse Tokat’tan çıkmış. Geçmişte İstanbul'un sahil bölgelerinde, özellikle Kandilli'de çok yapılmış ve Kandilli yazmaları olarak on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda boyalarının parlaklığı, malzemesinin dayanıklılığı ve desenlerinin güzelliği ile çok beğenilirmiş. Kandilli’den başka, Samatya, Kumkapı, Üsküdar semtlerinde de yapılmışlar. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde İstanbul yazmacılığından bahsetmiş...

Nurten Ercan Coudrains
Kandilli yazma deseni tablosu
Bugün İstanbul’da ve Anadolu’nun birçok bölgelerinde devam eden yazmacılıkta, zamandan ve işçiden tasarruf etmek amacıyla kontur ve fon baskıları için emprimecilik tekniği olan “film baskı” sistemi uygulanmakta. Desendeki diğer renkler kalıpla basılarak el baskı havası verilmekte, böylece yazmacılık sanatında el ile “tahta kalıpla” baskı özelliği yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır. Bu sebeple bu zanaatı öğrenecek ustalara ulaşmak da artık zorlaşmış, ben bu anlamda Tahsin Hocaya rastladığım için çok şanslı hissediyorum kendimi.


Kursun ilk günlerinde genel olarak yazmacılık nedir, 
dünyadaki örnekleri nelerdir, 
memleketimizde dünden bugüne ustaları kimlerdir, 
bugün neden yaşam savaşı vermektedir konularında, 
görsellerle desteklenmiş olarak çok detaylı bir şekilde girdik konuya... 
Ne tür aletler kullanıldığı ve kesme oyma teknikleri hakkındaki 
ilk çalışmaların ardından Tahsin Hoca bizi 
çalışmalarımız için ihtiyacımız olan malzemeleri 
bulabileceğimiz yerleri kapsayan bir geziye götürdü.

Grup sabah 10da Beyazıt'ta buluştu. Direkt deniz istikametinde yokuştan Gedikpaşa'ya indik.
Etrafımız, derici, çantacı, ayakkabıcı ve bunlar için gerekli olan kesme aletleri, zımbalar, çıtçıtlar, tokalar satan dükkanlarla doluydu.
Hansel & Gretel'in ormanda yollarını kaybetmemek için geçtikleri yollara ekmek atmaları gibi, ben de her gittiğimiz yerin, sokağın, hanın, pasajın kapısının bacasının fotoğrafını çeke çeke devam ettim.
Pek çok konuda olduğu gibi bu işte de sadece bilginin değil görgünün artması da çok önemli. O anda nasıl kullanacağımızı bilemesek de, aradığımızda nerede bulacağımızı bilmemiz iyi olur. 
Foto malesef net değil, fakat bu tabelanın
durduğu noktayı çok seviyorum, o yüzden ekledim.
Çadırcılar Caddesi üzerinde
Gedikpaşa'dan tekrar Beyazıt'a çıkıp Kapalıçarşı tarafına geçtik,
ama Çarşı'ya girmeyip düz devam ettik. Yağmur altında, iki tarafı tezgah ve dükkânlarla dolu bir sokaktan yürürken, bir anda sağ koldaki bir kapıdan girip kendimizi çok yüksek tavanlı, ferah bir binada buluvermek sürpriz oldu.
Polonya pazarı diye bir yer...
Yeni Polonya Pazarı...
2006 yılında yıkılarak yeniden yapılmadan önce, samuray kılıcından tutun, ninja yıldızına; kelebek, sustalı, döner bıçağı gibi her türlü delici kesici aletten, Doğubankta olmayan Rus ordusundan çıkma gece görüş dürbünlü tankçı başlıklarına varana kadar çeşitli enteresan ürünün bulunabildiği, müdavimi bol bir pazarmış... 
Şimdiyse matkap ucu, parmak freze, torna kalemi, somun, civata ve bilumum mekanik parça ile dolu bir yer, ki biz de zaten kalıp yaptığımız malzemeleri keserken kullandığımız maket bıçağı ve bisturi gibi aletlerin uç bıçaklarını almaya gelmiştik.



Ne enteresan yerler...
Bir bilenle gitmesem nerde ne vardır çözmem mümkün değil...








https://www.instagram.com/can_antik/



Oradan çıkıp, yolda giderken bir yandan gözüme giren kareleri kaçırmamaya,
bir yandan da şemsiyeme mukayyet olmaya çalışarak yağmurda bata çıka ilerlerken, Tahsin Hocanın peşisıra daracık ve çok sakin bir sokağa girdik... Köşede bizi bu güzellik bekliyordu:

Can Antik...


İçeride binbir çeşit detayla kendi içinde bir ahengi olan, huzurlu bir dükkan...
Dükkan sahibi İbrahim Can, 1970 tarihinde, sanata olan merak ve ilgisinden dolayı Siirt'te eski elişi malzemeleri hobi olarak toplamaya başlamış. Bu merakı zamanla ticaret haline dönüşmüş.


Çadırcılar Cd. Lütfullah Sk. No.28/28A


Dükkandaki, mangallara, porselen, seramik ve cam ürünlere, avizelere, eski kıyafetlere, şişelere bakmaya doyamadık, insan zamanın nasıl geçtiğini anlamaz burada.






İbrahim Can ve Tahsin İstengel


"Yaklaşık 40 yıldır Kapalıçarşı'da bu işi yapmaktayım, kültürümüzü ve tarihimizi yaşatmak için mücadele vermekteyim." diye anlatıyor. 







Devam edip Kapalıçarşı'ya Lütfullah Kapısı'ndan girdik...

Kapının ismi o an dikkatimi çekti...
Lütfullah Kapısı...
Allahın lütuf kapısı...
Gerçekten de Yaradan'ın lütuf kapısından geçiyor olabilir miydik?
Kimbilir...
Tuhaf bir duygu, ama o günden beri kendimi o kapıdan geçmiş gibi hissediyorum, öyle kabul ediyorum...

Öyle bir dükkanın önünde durduk ki, dış tezgahı içerisinden daha kalabalık...

Haşimi Mücevherat...

Takıdan otantik kıyafetlere, kopuzdan kaska, aynadan kılıç/kalkana kadar binbir türlü eşya satan bir dükkan... Mümkün olan, boş olan her noktaya birer çivi çakılıp algılamakta zorluk çektiğim şeyler asılmıştı...
Bu  dükkanda tavandan resmen sitarlar sarkıyordu !

Bizim asıl ilgimizi çeken ise ahşap baskı desen kalıplarıydı... İnce elişçiliği ile gözlerimizi ayıramadığımız Afgan kalıpları... Kimisi sadece bir küçük çiçek boyutunda, kimisiyse 25x30 cm ebadında ve çok zarifler...

Haliyle fiyatlar soruluyor, hesaplar yapılıyor... Yine de insan pazarlık etmeye kıyamıyor... Ben kendi acemi halimle yaptığım köpükten balık kalıbıma paha biçemezken, bunlar için nasıl pazarlık edeyim... 

Tahsin Hoca hep şöyle söyler: herşeyden önce, yaptığın işe, kendi elinin emeğine saygı duyacaksın, kıymetini bileceksin... sanırım bu sözü o gün o dükkanın önünde çok daha iyi kavradım...




Buralar anladığım kadarıyla Çarşı'nın biraz daha ücrada kalan köşeleri, yoksa Yarım Taşhan sokakta o gün kapalı olan bu dükkanın vitrinine insanların yapışıp hayran hayran bakıyor olmaları gerekirdi :) Telkari işler ve özellikle gemiler çok çok güzeldi. Vitrinde aydınlatma olmayınca, fotoğraflar net çıkmadı malesef...



En darmadağın ve yığma gibi duran köşede bile bir zenginlik vardı...
Nazar boncukları... bozuk paralar... gaz lambası camları... kültablaları... biblolar... hatta hatta bir pan flüt !!!






https://www.instagram.com/ersari_store/
Tahsin Hoca önde, biz arkada ilerlerken gözler 360 derece çevreyi inceliyordu ki, bu şahane yastıklara takıldım... Ama nasıl takılmayayım, Gustav Klimt, Pablo Picasso, Joan Miro, Van Gogh, Marc Chagall tablolarından detaylarla süslenmiş broderi yastıklar...

Ersarı Store...

Hele hele o Rosina Wachtmeister kedileri, o renklerin canlılığı muhteşemdi... Ersarı Store 10 senedir Kapalıçarşı'daymış.
Sadece yastık değil, üzerinde bu desenlerin bulunduğu, çantalar ve hatta aynı kumaşla yapılmış tablolar da satıyorlar.

Ressam Basmacılar Sk. No.45


Çok az ilerlemiştik ki, bu kez de Silk Shop ile karşılaştık... 35-40 yıldır Kapalıçarşı'da bulunan bu dükkanda, Denizli Buldan'dan gelen krem rengi pamuklu kumaşların sadeliği ile geleneksel Antep kuşaklarının renkli çizgileri çok hoş bir uyum içinde duruyordu raflarda... 15 yıldır bu dükkanda çalıştığını söyleyen Murat Bey, bu kumaşların tamamen doğal kök boya bitkileriyle renklendirilmiş ipliklerle dokunduğunu anlattı...
Silk Shop...        Yağlıkçılar Cd.No.116


Bir çok dükkanın önünden geçerken bazıları insana daha yakın geliyor. Aynı sokak üzerinde birbiri ardına bu görsellikle ve renk cümbüşüyle sarhoş durumdayken, bu cam lambaların etkisi farklı oldu... Bu kez renklerle değil, formları ve işçilikleriyle çekti beni...

Ünsal Hediyelik 25 yıldır bu elişi cam lambaları yapıyor, modellerini kendileri tasarlıyor ve ayrıca yurtdışına da ihraç ediyor. 
Ünsal Hediyelik...          Yağlıkçılar Cad. No.84


Özellikle özellikle, bu lambaya hayran oldum... 60 parça üçgen cam bir araya getirilerek yapılmış bir lamba... Yıldız tetrahedron formunda... 


Yıldız tetrahedron deyince kutsal geometri konusuna girmemek olmaz, 
fakat şu anda bir yandan grubu gözden kaybetmemeye çalışırken 
bir yandan da bu dükkanlara yıldırım hızıyla girip selam verip iki kelam edip, 
birkaç fotoğraf çekerek hafızama kaydetmeye çalışmakla meşgulüm :)


Kapalıçarşı Gezimizin 2.Bölümünde asıl sebeb-i ziyaretimize geleceğim...
Ben yazımı hazırlayadurayım, sizler de Tahsin Hoca'nın yazmacılığın öyküsünü anlattığı bu kısa videosunu izlersiniz :)





♥ 

Let love rule…