Bu Blogda Ara

26 Ocak 2017 Perşembe

📻 RADYOMU SEVİYORUM

Nostaljiyi severim...
Gidenin geri gelmeyeceğine hüzünlenip ah vah etmek gibi değil...
Geçmişteki o bir tadın, bir kokunun, bir sesin, beni o günün duygusuna taşımasını seviyorum...
11 yaşımda ilkokul sonrası başladığım İstanbul (Erkek) Lisesi'ndeki arkadaşlarımla, bir gün bile uzak kalmadan hep birlikte bugünlere gelmenin bunda büyük etkisi var tabi...
O yıllara dair, nostaljik olabilecek tüm anılarımın unsurları, kahramanları bugün hala benimle birlikteler, hem de çoğalarak... O yüzden kendimi, o yılların duygusundan kopuk hissetmiyorum hiç... Biz 80lerin ta kendisiyiz :)

Dün (25.01.2017), bir radyo kanalının Instagram'da yeni başlayan canlı yayın özelliğini "ilk kez" kullandığı ana tanık oldum... Ben de oradaydım, güzel bir duyguya ortak oldum ve mutlu hissettim...
İlkler güzeldir... Bu radyo kanalı da, Türkiye'de özel radyoların açıldığı 1992 senesinde yayına başlayan ilklerin arasındaydı...
Trt3'ten başka radyo dinlemediğimiz yılların ardından hayatımıza inanılmaz bir renk getirmişti : 100.0 PowerFM

Power FM'in ilk logosu... DJ Funky "C" kırmadı, instagram canlı yayında paylaştı :) 



Yine o yıllarda bize çok farklı gelen yeni bir mağazacılık anlayışıyla, Taksim'den Cihangir'e inen Kazancı Yokuşu’nun başında hemen solda bulunan Vakkorama'nın içinde, camdan bir stüdyoda yapmaya başlamışlardı ilk yayınlarını...

Bir gece Juliana's da kazandığım PowerFM logolu sticker yıllarca arabamın arka camında benimle beraber gezmişti İstanbul'u...

O yıllar Tarkan'ın adının sanının duyulmadığı, o gece discoda danseden 'güzel gözlü çocuk' olduğu zamanlardı (evet bu yaşanmış bir olaydır, vallahi şahitlerim var😄 )
Mustafa Sandal henüz albüm çıkarmamıştı, PowerFM'de Kırmızı Işık programını yapan, sesini sevdiğim DJ'di...
Bizler henüz 20lerimizin başlarındaydık...

Mehmet Fatih Doğan
Yeni kavuştuğumuz özgürce yabancı pop dinleyebildiğimiz radyolarımızın kapatılmasına hep birlikte tepki vermiş, "radyomu istiyorum" diyerek, açılması için imzalar toplamış, antenlere siyah kurdeleler takmıştık...

Sonraki yıllarda çok sevdiğim ve dinlediğim başka bir kanal daha eklendi 106.0 PalStation ve Mehmet Fatih Doğan…Onunla da sabahın 07.30unda canlı yayına bağlanıp az doğumgünü kutlaması yapmadım😊



                                                    
                                                     Yine de dedim ya, ilkler özeldir...
Dün Instagram'da canlı yayınlanan program ChatZone... 
Burçin Acer ve Cem Nadiran, yani DJ Funky “C”nin programı...

Her ikisi de sosyal medyayı çok iyi kullanan kişiler... Bir radyonun dinleyicileriyle nasıl interaktif çalışacağını çözmüş ve bu yeni imkanlar sayesinde de olayı, bir kutudan gelen sesi dinleyen insanlara, yayın yapmaktan çok öteye taşımış DJler... 

Çalıştıkları mekanı dinleyicilere açmak, cep telefonu kamerası ile de olsa gezdirmek, paylaşmak, paylaşmaktan keyif aldıklarını da hissettirmek, o samimiyeti kurmak...

PowerFM, 24 seneyi aşan süre içinde hayatımdan hiç çıkmadı... o kadar zamanda pek çok programcı geldi geçti... Bizler bir anlamda beraber büyüdük...
Hayatımı pek çok ilkle canlandırdı, yeri geldi moralimin bozuk olduğu zamanda yerimden kaldırdı...
Yeri geldi ülkemizin kalbindeki patlamaların, kayıpların, şehitlerin yasını beraber tuttuk...

DJ Funky "C"   &   Burçin Acer

O yüzden saat 18.00deki program bitiminden sonra mesaj bıraktım onlara, dedim ki:  “son derece başarılı bir yayın oldu, ilk günden beri takip eden bir dinleyici olarak sizinle gurur duyuyorum...”

Chat Zone, haftaiçi her gün, saat 16.00-18.00 arası 100.0 PowerFMde 😉




   Let love rule...





I GOT THE POWER TO MOVE YA !!!


12 Ocak 2017 Perşembe

YAZMACILIK... KAPALIÇARŞI'DA GÜNLERDEN BİR GÜN... (2.bölüm)

Yazmacılık ve ahşap baskı kurs hocamız Tahsin İstengel'in peşisıra Kapalıçarşı turumuza devam ediyoruz... İlk bölümde daha çok yol boyunca ilgimi çeken güzellikleri anlatmıştım. Yağlıkçılar Caddesi'nde ilerledikçe, buraları asıl sebeb-i ziyaretimize yaklaştık.
Hem hazır örnekler görmek adına hem de kendimiz ne tür kumaşlarla çalışabiliriz, bunu öğrenmek ve hayal dünyamızın sınırlarını genişletmek adına girdiğimiz ilk dükkan Sivaslı Yazmacı Necdet Danış oldu.




Dışarıdan küçücük görünen bu 40 metrekarelik dükkanın ciddi bir müşteri portföyü var, Rıfat Özbek, Bahar Korçan, Dice Kayek, Cemil İpekçi ve Atıl Kutoğlu'nun yanısıra, Jean Paul Gaultier ve Donna Karan da buranın müdavimi...
Louis Vuitton'un dünyanın 23  ülkesi için hazırladığı şehir rehberlerinin İstanbul bölümünde yer alıyor.



40 yıldır yazma işi ile uğraşan Danış, "40 yıl önce yazmacılık Tokat'ta da İstanbul'da da elbaskısı olarak yapılıyordu. Malesef şimdi bu konuda yeni yetişen gençler çok az, şimdilerde yazmacılığı bir nebze olsun günümüz modern hayatına adapte etmeye başladık." diyor.
Şu tavanda gördüğünüz yazma 60-70 senelik... bir yandan çeşit çeşit kumaşları tezgahta açarken bir yandan da anlatıyor, o yazmayı 26 sene önce ben çaktım tavana diye.



Tahsin Hoca...


Bu dükkana eğer ne aradığınızı istediğinizi tam olarak bilmiyorsanız, kendinizi bambaşka birşeyler satın alıp çıkmış olarak bulmanız işten değil.

O kadar güzel şeylerin içinde, alayım da nasıl olsa bir elbise yaparım diyeceğiniz öyle çok kumaş var ki.




Biz oradayken gelen müşteriler arasında, metresi 80TL.- olan %100 ipek kumaşlardan plaj elbisesi yapmayı planlayanlara, yıllardır arayıp da bulamadığım kumaşlar bunlar diye sevinenlere (hangi kumaş olduğunu göremedim), annemin çeyizinde bunun çok benzeri vardı diyenlere şahit oldum.
%100 ipek

Zarzor çıktığımız bu dükkanın ardından, aklımız orada kalmış bir halde ilerledik ve Örücüler Kapısı'ndan çıkmadan az önce, aynı sırada bir başka dükkana girdik...
İsminden önce şunu söyleyeyim : bu dükkanın tapusu 1861 yılında, Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz zamanında alınmış ve Kapalıçarşı'da o zamandan beri aynı ailede bulunan, en eski dükkan olma özelliğini taşıyor: Eğin Tekstil...


O zamanlar da kumaş, el baskısı yazma ve bölgenin kültürel özelliklerini yansıtan diğer dokumaların satıldığı bir yer olan bu dükkan, zaman içerisinde modern dokumalara yer verse de, onlarca yıllık ürünleri satmaya ve eskinin güzel geleneklerini korumaya çalışıyor.





Süleyman Ertaş ve Tahsin İstengel
Erzincanlı Eğin ailesinin sahibi olduğu bu dükkanı
şimdi beşinci kuşaktan Süleyman Ertaş idare ediyor.
Süleyman Bey Tıp fakültesi mezunu, ancak baba mesleğini sürdürmüş ve esnaflığı seçmiş.
Lakabı da 'Deli Doktor' hatta :)





Dükkanın giriş kapısının üzerinde sarı/siyah İstanbul Erkek Lisesi armasını görmek benim için büyük sürpriz oldu. Süleyman Bey, İEL '77 mezunuymuş.
Kendisi şöyle anlatıyor: "Hayatımda iki önemli eksen oldu. Bir tanesi İstanbul Erkek Lisesi, oranın kıymetini tam olarak orayı bitirenler bilir. O okula girdiğinizde bir kere Düyun-u Umumiye kavramıyla tanışırsınız, çünkü şu anda eğitim yaptığı bina, eski Devlet Borçları Dairesi binasıdır. Biz de, neden borçlanmışız, bunu öğrenme ihtiyacını duyduk.

İkinci eksen ise Kapalıçarşı oldu.
Çünkü çalıştığımız işyeri 153 yıldır ailemde, ben beşinci kuşak oluyorum, çocuklarım da altıncı kuşak.
Geleneksel dokumaları Kandıra'dan, Batı Trakya'dan, Bulgaristan'dan, Balıkesir'den, Batı Karadeniz'den ve daha birçok yerden topluyoruz. Bulamadıklarımızı da orijinal karakterlerini korumak şartıyla yeniden yapıyoruz."



İşlerini titizlikle ve büyük özenle yapmaları onlara pek çok kapı açmış. Başrolünde Brad Pitt'in oynadığı Truva filminin kostümcülerini onlara getiren de bu olmuş. Metal ve deri haricindeki bütün dokunmuş giysiler Eğin Tekstil tarafından yapılmış. Metaller yine Kapalıçarşı'dan, deriler de Gaziantepteki bir ustadan alınmış.
Truvalı Helen, Yüzüklerin Efendisi'ndeki meşhur büyücü Gandalf, Karayip Korsanları'nın Kaptan Jack Sparrow'u hep Eğin Tekstilden giyinmişler.


Bu fotoğraftaki kumaş %100 yün, Irak'tan Necef'ten geliyormuş zamanında, 6şar metrelik parçalar halinde... Şimdi ellerinde kalanları satıyorlar, oralarda hala imalat varmış ama gönderemiyorlarmış.






Rafların en üstünde yazan bu yazı beni çok etkiledi: "Zamandan ve tabiattan daha müntekim (cezalandırıcı) olan; sevgi görmemiş ve aşağılanma ile beslenmiş bir ruh ve ruhu barındıran bedenin sahibidir." 
Eğin Tekstil'in beşinci kuşağıyla konuşurken, Kapalıçarşı'nın inşasının başladığı Fatih Sultan Mehmet döneminden bugüne gelen bir tarihi ve birikimi hissediyor insan. 


Yüzlerce yıldır çekiciliğinden hiçbir şey kaybetmeyen Kapalıçarşı'yı, aklımız orada kalarak geride bırakıp Mercan'a devam ettik...

Şimdi size bir soru: Dar dokuma nedir bilenler parmak kaldırsın :)
Biz ne yapıyoruz?  Kumaş baskı...
Desen bastığımız kumaşlardan mesela ne üretebiliriz? Çanta...
Çantayı elimizde tutmak, omuzumuza asmak için ne gerekir? Çanta sapı...
İşte dar dokuma örneğin bu noktada devreye giriyor.

         


Bunun dışında,iç giyimden, ev tekstiline ve teknik dokumalara kadar, yapılarına ve kullanım yerlerine göre, lastik, şerit, kordon olarak adlandırılan, 0,5-50 cm arası bir genişlikte dokunarak ya da örülerek elde edilen eni dar malzemelerdir. Tek başlarına kullanımı olmayan bu malzemeler hazır giyim yan sanayinin olmazsa olmaz elemanlarıdır.

İşte bu dar dokumaları en bol çeşitle bulabileceğimiz adreslerin başında Arzum Dar Dokuma geliyor.
İmalatını Bayrampaşa'da yaptıkları kolon,şerit, biye, örgü ve hasır dokumaları Mercan'daki dükkanlarında müşteriye sunan iki kardeş, Muhsin ve Ferhat Üstündağ. Biz Ferhat Bey ile biraz sohbet etme fırsatı bulduk. 1999 yılında kurulan firma 2002 yılında dokuma sektöründe bulunan ihtiyaçlar doğrultusunda ürün çeşidini arttırarak bugünkü konumuna gelmiş.




Öyle ki İzmir'de anne-bebek ürünleri ve çantalar yapan bir hanım, çantaları için aradığı sapları, İzmir'in altını üstüne getirdiği halde bulamayıp, bir tanıdığı vasıtasıyla Arzum Dar Dokuma ile tanışmış, bulduğu ürün çeşitliliği için, ilaç gibi geldi demiş. 

Benim gördüğüm kadarıyla, bu dükkanda, ürünlerin kalitesi ile yaptıkları işe, sattıkları ürüne olan sevgileri ve müşterilerine duydukları saygıları birleşmiş.
Ferhat Bey ürünlerini tanıtırken, bizlere hangi ürünü nerede kullanabileceğimiz konusunda da detaylı bilgiler verdi. 



Bu gezideki son durağımız, Eminönü'nde Çakmakçılar Yokuşu'ndan inerken sağ tarafta Büyük Yeni Han oldu. 1764 yılında Sultan III.Mustafa tarafından, Mimart Mehmet Tahir Ağa'ya inşa ettirilmiş olan bu han, 3 katlı ve 220 odadan oluşuyor.

Yılların etkilerinin fazlasıyla görüldüğü bu mekanda pek çok dizi ve film de çekilmiş, fakat malesef usulünce tadilat yapılmamış, fazlasıyla hüzünlü ve hatta içler acısı bir hali var. İçler acısı hali sözünü dış görünüşünün bakımsızlığından dolayı söylemiyorum. Bu muhteşem hana, "tarih vefa ister" sözüne riayet edilerek davranılmamış, bu bana içler acısı geliyor. 
Müthiş yağmurlu bir günün sonunda bu tarihi mekana, kemerli kapısından geçerek girdiğimizde karşımıza çıkan dükkan, adeta bir çiçek bahçesi gibiydi. Kamer Yazma...


Rengarenk yazmalar, batik kumaşlar, oyalar o kadar, o kadar güzeller ki...
1940 senesinde Eminönü'nde Nasır Han'da tülbent işiyle başlayan dedelerinin ardından, üçüncü kuşak olarak devam ediyorlar. 
35 senedir bu handa olan Kamer Yazma, eskiden sadece yazma yaparken, son 8 senedir konfeksiyon hediyelik ürünler de yapan bir firma. Yazmayı sadece yöresel olarak çalışıyorlar ve asla sentetik kullanmıyorlar. Desen ve renk varyantlarını kendileri seçiyorlar, simetriye ve ayrıntılara büyük önem veriyorlar. Bünyelerinde hiçbir ithal ürüne yer vermiyorlar. 

Biz dükkandayken içeri bir çift girdi...
Önce dikkat etmedim, sonra bir kumaşı görünce kadın öyle bir "işte işte buuu" diye bağırdı ki, o ne bakim dedim kendi kendime...
Batik örtüler, ama ne renkler, ne desenler...
Kadın bu örtüyü daha önce bir yerde görmüş, burayı tarif etmişler, eşe dosta alacakmış Adapazarı'ndan geliyormuş, bir nefeste anlattı.
Adam sordu:
- toptan kaça olur?
- (bir fiyat söyledi) şu kadar  
- ooo yok pahalı, şu kadar olur mu? (söylediği de 1TL ucuzu)
- yok olmaz...
- ben pek anlamıyorum, dedi adam sonunda
dükkan sahibinin yüzünde, içinden "belli" diyormuş gibi bir gülümseme...
- bana ne, ben istiyorum alacaz ! dedi kadın...
Helal olsun, dememek için kendini zor tutan ben :)


Daha sonra sohbet ederken, sizde zamanla ürüne karşı körlük oluşuyor mu, yanlış anlaşılmasın negatif anlamda söylemiyorum, dedim...
Yok yok anladım ne demek istediğinizi dediler...
E tabi şu an sizin gördüğünüz gibi göremiyoruz biz artık, göz alışıyor...
Dükkandan çıkarken de, Allah hep kıymetinizi bilenlerle karşılaştırsın dedim, çok içtenlikle...
"İsim yapmak zor, bu isme layık olarak devam etmek daha zor."diyorlar.
Bu anlamda bu işi hakkıyla yaptıkları çok açık.



Bugün Kapalıçarşı ve sonrasında gezdiğimiz dükkanlarda, çok mutlu oldum, kendimi bütün hissettim. Tanıştığım insanlarda, kısa sohbetlerde hayata dair duyulan o yüksek sadakati hissettim.
Hayattan kastım, nefes alıp vererek sürdürdüğümüz yaşam değil.
Her aldığımız nefese anlam katan ve devam etmemizi sağlayan hayat ateşi ya da hayatiyet...
İşte bu hayatiyete duyulan yüksek sadakat...
İpekle, ahşap kalıpla, dövülen bakırla, gümüşle, insanla, emekle bağlantıdır yüksek sadakat...
Kişi o an anlar ya da anlamaz, bilir ya da bilmez, belki henüz zamanı gelmemiştir...
Ama içi, kanı, ruhu çekilir ona doğru...
Büyü gibi bir bağ bu, yaşamla, özgürlükle...
Büyü gibi bir bağ bu, gören göz için, alabildiğine karşında genişleyen ufukla...
Ruhsuzlarla olmuyor, o yüksek sadakat yakalanamıyor...
Beni çarşıya pazara, kumaşa, tahtaya, cama, toprağa iten ruh bu...
O ruhun çekim alanına kapılmak...
Aynı auradan, aynı enerji alanından beslenenlerin derinden hissedeceği birşey...

Ruh vardır, maddeye can verir...
Ve insan vardır, madde için ruhunu satar...

O müthiş yağmurlu günde Büyük Yeni Han'da çektiğim bir video da var burada...






   Let love rule...