Bu Blogda Ara

25 Şubat 2017 Cumartesi

EBRU... kim demiş, su nakış tutmaz...

2015 ekiminde Feneryolu Halk Eğitim Merkezi'nin kapısından girdiğim gün ile bugün arasında hayatımda çok ilginç olaylar oldu.
Nihan Büyüksezer
Okulun bahçesindeki küçük kulübede hem seramik sınıfı hem de ebru sınıfı farklı günlerde ders yapıyordu. Seramik çamurla çalışılan, dolayısıyla toz içeren bir iş...  Ebru çalışırken ise asla toz konmaması gerekiyor. Bu tezat duruma rağmen sene boyunca her iki atölye de birbirinin işlerini koruyarak çalıştı. Seramikteki bir arkadaşımız aynı zamanda ebruya da gidiyordu, öğretmenlerini ne kadar sevdiklerini ondan sık sık duyardım. Hatta yıl sonu sergilerine de gitmiştim.


Bu yıl ahşap baskı kursunda tanıştığım arkadaşım Kumru Alpata, bana kendi ebru hocasının çok ilginç bir sergi açtığından bahsetti. Birlikte sergiye giderken bahsettiği kişinin Feneryolu halk eğitim merkezinin ebru hocası olduğunu anladım, yani Nihan Büyüksezer. Sergide gördüğüm çalışmalar ise ebrudan çok farklı, daha doğrusu ebrunun çok ötesinde eserlerdi. Sergideki bu rengarenk dünyayı Nihan Hoca ile birlikte gezerek bilgi edinme şansını bulduğum için çok mutluyum.

Ebru sanatının ne zaman ve hangi ülkede ortaya çıktığı bilinmemekle beraber bu sanatın doğu ülkelerine özgü bir süsleme sanatı olduğu düşünülmekte. Bazı İran kaynaklarında Hindistan'da ortaya çıktığı belirtilirken, bazı kaynaklara göre de Türkistan'daki Buhara kentinde doğmuş ve İran yoluyla Osmanlılar'a geçmiştir. Batıda ebru "Türk kağıdı" ya da "mermer kağıt" olarak adlandırılmaktadır.


Ebru kelimesinin kökenlerine dair farklı açıklamalar var. Şöyle ki... 
Çağatayca Ebre: hareli, dalgalı ve damarlı kumaş, cüz ve defter kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt.
Farsça Ebr, Ebri: bulutumsu, bulut gibi
Farsça Ebru : kaş
Farsça Ab-ru: sıfat tamlaması, su yüzü





Ebru... Küçücük bir teknede duran suyun içinde, minicik damlacıkların kimi zaman iç içe geçerek, kimi zaman birbirlerine dolanarak oluşturdukları inişler, çıkışlar, helezonlar, patlamalar, yıldızlar, derinlikler...  

Burgazada öğretmen evinden...
Nihan Hoca bunu, "Ebru sanatı , doğanın sunduğu bütün renklerin ahenkli yansıtıldığı, güzelliği sadeliğinde saklı bir sanattır. Sanki teknede doğa ve insanoğlu arasında olması gereken gibi bir barış, kabullenme ve kurallar vardır. Teknenin ve boyaların gerilimi dengeli olmazsa ortaya çıkan ebru, ebru gibi olmaz. Çocuklar tekneden çıkan kağıdı gördüklerinde bütün saflıkları ile alkışlarlar, ayy..diye bağırırlar. Toplumların, ülkelerin de bence işte bu sese ihtiyaçları var." diyerek ifade ediyor...


Osmanlı Kadını
Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdikten sonra, kurucusu ve yöneticisi olduğu eğitim kurumunda ( 1979-99) üstün yetenekli çocuklarla çalışırken, eğitim programlarına kattıkları geleneksel ebru sanatı üzerine çalışmaya başladı. Ebru sanatçısı Hikmet Barutçugil’in atölye çalışmalarına devam ederek İstanbul'da kendi atölyesini kurdu. Bunu Ayvalık'taki Halk Eğitim Merkezi çalışmaları ve İstanbul'a dönüşte Feneryolu Halk Eğitim Merkezi'nde devam etti. Şu anda Bodrum Gündoğan'da yaşıyor ve bu sergi için İstanbul'da bulunuyor.


Bodrum Cennet Koyu
Ebru, geven otunun özsuyundan elde edilen kitre veya deniz kadayıfı bitkisi (kerajin) ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine, içine öd katılarak suyun dibine çökmeyecek hale getirilen boyaların serpilmesi ve su yüzeyinde meydana gelen şekillerin olduğu gibi ya da biz adı verilen metal uçlu bir aletle müdahale edilerek bir kağıda geçirilmesi yoluyla yapılır. Ebru yapan kişiyi izlerken, teknedeki suya boyaları ustaca serpiştirip deseni oluşturmasını ve sonra da üzerine yaydığı kağıdı tekneden özel bir şekilde çekerek hayata geçirişine hayran oluyoruz. Ancak bir “ebrûzen” ne kadar usta olursa olsun, eğer malzemelerden biri yanlış hazırlanmışsa, çıkan sonuç hayal kırıklığı da olabilir.


Bodrum Mandalina Bahçesi
Örneğin kitre... Kitre, ülkemizin güney ve güneydoğu bölgelerinde kırlarda yetişen yabani bir dikenin özsuyudur. Köylüler kırlarda geven dikeninin gövdesine bıçakla çizik atar, birkaç gün beklerler. Bitkinin özsuyu çizik bölgeden akar ve kurur. Bir ağaç kabuğuna benzer görünüm alır. Bu kabuklar tek tek toplanır. Suyun içine kitreyi katıp eritmek de zaman, sabır ve tecrübe isteyen bir iş. 
Fakat zahmet bununla bitmiyor.
Ebruda kullanılan boyaların içine katıldığında, boyaların su yüzeyinde dairesel şekilde açılarak dibe batmasını ve boyaların birbirlerine karışmasını engelleyen bir madde var, öd... Genellikle sığır ödü kullanılıyor, safrakesesinin içinde bulunuyor. Elde edilmesi ve suya hangi oranda katılacağı da ayrı bir konu.


Çingene
Ebru suyu hazırlandı, sıra geldi boyalara...
Bu boyalar genişçe bir mermer üzerinde suyla karıştırılarak çamur haline getirilir ve mermerden yapılmış, üzerinde tutma yeri olan ve alt kısmı oval olarak şekillendirilmiş desteseng (el taşı) ile sabırla ve ağır ağır ezilir. Bu işlem boyanın rengine göre yaklaşık 3-4 saat boyunca sekizler çizilerek
 gerçekleştirilir. Boya su ilavesiyle daima merhem kıvamında tutulur. Bu kadar işlemin sonucunda, boyaların yeterince ezilip ezilmediği ancak teknede anlaşılır. Yani ebru teknesi için bir nevi "er meydanı" diyebiliriz.

Ebrucu tecrübe ile hangi boyayı ne kadar ezmesi gerektiğini öğrenir. Desteseng ve üzerinde ezme işleminin yapıldığı mermer aynı sertlikte olmalıdır. Aksi taktirde birbirlerini aşındırırlar ve boyanın içine mermer tozları karışır. 
Sonuç olarak boyaların ezilmesi ve terbiyesi, usulüne uygun olarak, sabır ve emekle gerçekleştirilmelidir.

Bu boyalar, içinde ebru suyu bulunan tekneye, kıl fırçalarla serpiliyor. Bu fırçalar at kılından... Ancak herhangi bir at olmaz, yaşlı erkek atların kuyruk kılından olması gerekiyor. At kılı tercih edilmesinin nedeni gözenekleri nedeniyle boyaların fırçadan bir vuruşta dökülmemesidir. Böylece tüm yüzeye eşit büyüklükte ve miktarda boya dökülebilir ve tabanı oluşturur.
Begonviller
Fırçanın sapı gül dalından yapılıyor. Bunun sebebi de, gül dalının esnek olması ve kolay küf tutmaması. Genelde ustalar kendi fırçalarını kendileri yapıyorlar.

İşte tüm bu hazırlık aşamalarından sonra teknede oluşup kağıda geçen ebruda bizler güller, laleler, sümbüller, bülbüller görüyoruz. 
Oysa battal, gelgit, bülbül yuvası, şal, taraklı, hatip ve çiçek ebrusu olarak adlandırılan pek çok desen tekniği var ve bir ebruzen bu teknikleri kendi yorumuyla, renksiz, saydam olan yüzeyde, renklerle nice güzellikler ortaya çıkarır. Su yüzeyinde fırçadan damlayan çeşitli renkler, irili ufaklı, sık veya aralıklı şekillerde düşerek yüzeyi farklılaştırır. Elindeki biz adı verilen sivri uçlu alet ile bir tekne suda adeta fırtınalar koparır.

Nihan Hoca'nın hocası olan Hikmet Barutçugil, ebrunun bir sanat terapisi olduğunu vurguluyor. “Ebru yaparken birkaç dakika içinde görüntüler ortaya çıkıyor. Bunlar hayali zorluyor. Bu hız nedeniyle insanlar sıkıntıları ile bağlarını koparmış oluyor. Bir arınma ve buna bağlı tedavi gerçekleşiyor. Razı olmayı, sabırlı olmayı öğreniyorsunuz.” diyor.

Nihan Hoca'yı, usta bir ebruzen olmanın ötesine taşıyan unsur, yıllar içinde yapmış olduğu ebruları bambaşka bir şekilde kullanarak ortaya çıkardığı eserleri... Çeşitli tekniklerle yapılan ebrular ile kolaj yaparak tablolar oluşturuyor.

Balzac'ın sözü vardır, "Sanatın vazifesi, tabiatı kopya etmek değil, tabiatı ifade etmektir." Adeta bu sözü uygulayarak, tabiatı ebrularla bambaşka bir şekilde ifade ediyor. 
Büyük Kulüp'teki sergisinde bu tablolarına bakarken anlattıkları çok ilginçti.  Ebru kağıtları içindekileri ifade etmeye aracı oluyor, kağıdın kendi özelliğinden kaynaklanan o kıpırtı, yapacağı tabloda gereken yerlere oturan renklerle esere boyut ve canlılık katıyor. 
"Ebru yap yap, kağıt kağıt kağıt, nereye kadar ??? Bak işte buraya kadar." 
Burgaz Ada'daki öğretmen evinin manzarasından, Datça'daki kuğulara... Bodrum'daki evinin bahçesinden, mutfağından, Abant Gölü nilüferlerine ve hatta kuzeni Doktor Bedri Aydemir'in o kırmızı kravatlı resmine kadar, yaşayan, gözle görülebilen herşeye ebruyu kullanarak yeni bir anlam veriyor. Fotoğrafını çektikten bir süre sonra yıkılan o begonvilli evin hatırası, şimdi Nihan Hoca'nın resminde yaşıyor.


Taksiyarhis Kilisesi
Sergiyi sohbet ederek gezerken Nihan Hoca'ya ilk ebru kolajını ne zaman yaptığını sordum. Gözümün önünde sanki birkaç saniyeliğine zaman yolculuğuna çıktı. Çalışmalarını zihninde tarayarak geriye doğru gitmeye başladı. İlk hangisi olduğunu hatırlarsam, yeri ve zamanını da söylerim diyerek... Bundan 6 sene kadar önce, Ayvalık Cunda'da Koç Holding'in restore ettiği Taksiyarhis Kilisesi'nin arkasındaki bir evde otururken ilk kolaj ebrusunu yapmış...
O dönemde fotoğrafını çektiği kilisenin görüntüsü gerçekten de resim gibi... Resim sanatı malzemeleri yerine önüne daha önceden yaptığı ebruları sermiş ve başlamış çalışmaya... Sadece renk uyumu değil, ebrudaki ton dalgalanmaları ve biz ile oluşturduğu hareleri de yerinde kullanarak bu tabloyu ortaya çıkarmış.
Bu arada eşi,  Ayvalık'ta arazide dolaşarak bulduğu topraklardan renk pigmentlerini çıkarmış ve bunları ezerek boya yapmaya uygun hale getirmiş.
Sarmısak taşı ile oksit sarı, aşı boya ile kırmızı...
Bu dönemde 4 Ayvalık çalışması yapmış ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne hediye etmiş.

Cunda'daki hem şahsi çalışmalarını hem de halk eğitim merkezinde verdiği eğitimleri çok büyük bir keyifle anlatıyor.
Kolajlardaki ebru renk birleşim yerlerindeki geçişler öyle uyumlu ki...
Onun da sırrı iş bittikten sonra yapılanlar saklıymış. Yaptığı taşlama işlemi hem kağıdı parlatıyor, hem birbiriyle kaynaştırıyor, hem de ebrunun ömrünü uzatıyor.
Bakmayın işin sırrı dediğime, yaptığı işleri öyle bir açık yüreklilikle anlatıyor ki...
"Tıpkı ebru gibi, yaptığım kolaj çalışmaları da son derece özel, çünkü taklit edilmeleri mümkün değil, asla aynısı bir daha yapılamaz. Herbiri kendine özel."


Bu arada Amerika'daki  Artavita isimli sanal sanat galerisinin düzenlediği ve 490 kişinin katıldığı yarışmada, Nihan Hoca 2015 yılında başvurduğu eseri ile ilk 100 mükemmel eser içinde yer almış. Oradaki yetkililer de ilk kez kolaj çalışması yapılmış ebru ile karşılaştıklarını bildirmişler.







Nihan Büyüksezer'in Caddebostan Büyük Kulüp'teki sergisini 28 Şubat 2017 salı gününe kadar gezebiliyoruz.



Nihan Hoca'nın şu sözlerine bütün kalbimle katılıyorum:

"Bu sert ve karanlık günlerin, ebrunun o güzelim renk ve kıpırtısı ile aydınlanmasını dilerim."


   Let love rule...



https://www.facebook.com/Artnihan/
https://artavita.com/artists/652-nihan



22 Şubat 2017 Çarşamba

SUADİYE SANAT ATÖLYELERİ... II.Bölüm...



4 No.lu dükkan Rengarenk
İsmi gibi rengarenk bir dükkan burası…
Ahşap boyamadan takı tasarımına, çiniden deri işlerine, geniş bir yelpazede birbirinden cici ürünler yapıyorlar, sergiliyorlar ve kurslar veriyorlar.
Sahibi Deniz Tunalı ile güzel sohbet etme fırsatı buldum. Sanat eğitimi almış olmasa da, yaratıcılığın insanın nasıl da içinde saklı durduğunu ve bir gün bir yerde ortaya çıkmak, kendini dışa vurmak için beklediğini söyledi. Kendisi de hem öğreten hem öğrenen bir insan olan Deniz Hanım, kurslarda öğrenciler yaratıcılıklarını keşfederken birarada olmaktan ne kadar mutlu olduğunu anlattı.



5 No.lu dükkan Geleneksel Sanatlar Atölyesi
Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Geleneksel Türk El Sanatları Ana Sanat Dalı, Tezhip Minyatür Bölümü’nde lisans…

Mimar Sinan Üniversitesi, Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü, Osmanlı Dönemi Tezhip Sanatı’nda Barok Rokoko Üslubu konulu yüksek lisans tezi…

Mimar Sinan Üniversitesi, Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Türk İslam sanatları programında, 17.yy. Osmanlı Kuran-ı Kerim Tezhip Tasarımları konusunda yüksek lisans…

Sakarya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde minyatür dersleri vermek…
Japon resim sanatı sumi-e üzerine yapılan çalışmalar…
Tezhip-minyatür sanatını, Japon sanatının estetiği ve teknikleri ile birleştiren eserler…
Sanata adanmış, sanatla yoğrulmuş bir ömür: Mebruke Tuncel...

1976-77 yıllarında Hacettepe Üniversitesi Ev Ekonomisi bölümünde okurken, dönemin şartlarından dolayı eğitimini yarım bırakmak zorunda kalmış. Evlenip çocuk sahibi olduğu zamanları, "Bebeğimi ayağımda sallarken, bir yandan da resmini yapardım." diyerek anlatıyor. Hatta o dönemde mutfak tezgahına çıkardığı domates ve biberlerin kesme tahtası üzerindeki halini resmetmeye dalınca akşam yemeğini hazırlamayı unutacak kadar sanat sevgisini hayatından hiç çıkarmadan yaşıyor.
Sanat eğitimi almaya, ancak 34 yaşında başlamış. “Hiçbir zaman ‘bu yaşta olmaz’ diyerek kendimi sanattan koparmadım; resme ve sanata olan aşkımı, profesyonel bir kariyer olarak sürdürebilmek için, çocuklarımı büyüttükten sonra lisans eğitimime başladım” diye ifade ediyor.


Bu yoğun eğitim sayesinde minyatür, tezhip, pastel ve sumi-e gibi, oldukça detaylı ve yoğun çalışma gerektiren resim tekniğini eserlerinde büyük bir titizlikle kullanıyor. Her teknik, esas branşı olan minyatüre büyük katkı sağlamış. Bu üç resim dalının, aynı konuya olan farklı bakış açıları ve kendilerine özgü farklı uygulanış biçimleri sanatçıyı çok etkilemiş.
40 yıllık Suadiyeli olan sanatçı, "bildiğini öğretmenin ve aktarmanın ilahi bir görev olduğuna
inanıyorum" diyerek, şimdi çalışmalarına Suadiye Sanatçılar Sokağı’nda sürdürüyor ve aynı zamanda burada özel derslerine devam ediyor.
25 Şubat - 3 Mart 2017 tarihleri arasında, CKM'de, Japon Sanat Merkezi'nin düzenlediği  Japon Kültür Festivali'ne katılıyor. 

http://mebruketuncel.com/
http://japonsanat.com/

6 No.lu dükkan Atelier by Fulya Okbay, Resim Atölyesi
“Sanat iyileştirir” düşüncesini merkezinde tutan Fulya Okbay, Yeditepe Üniversitesi Plastik Sanatlar Bölümü mezunu ve aynı üniversitede yüksek lisansını yapıyor. Atölyesinde çocuklara ve yetişkinlere resim dersleri veriyor. “Buranın böyle olacağı ve burada sanat atölyemin olacağı hiç aklıma gelmezdi. Burayı mart ayında gördüğümde çok etkilenmiştim. Sonra da dükkanımı kiralamak nasip oldu. Kadıköy’ün böyle bir yere sahip olması bence büyük bir şans, hem Kadıköylüler hem de biz sanatçılar için. Sanat konuşuluyor, yapılıyor. Sabah geliyorum, evimle ilgilenir gibi ilgileniyorum, akşam saatlerine kadar burada çalışıyorum. Burası benim çok mutlu ve huzurlu olduğum, sanatımı icra etmem konusunda hem ortamın hem de yaşadığım mekanın bana güç verdiği bir yer.” diye anlatıyor.
Instagram: atelierbyfulyaokbay

7 No.lu dükkan Seval Şahin Heykel Atölyesi
Suadiye Sanat Sokağı’nda önceden tanıştığım iki sanatçıdan biri Seval Şahin.
Karakteristik duruşuyla tanınan ve böbrek yetmezliğinden 1 Ağustos’ta ölen,  tüm Ziverbey’in sevgili kedisi Tombili’nin heykelinin açılışında tanışmıştık. Tombili’yi ölümsüzleştiren heykelin yapılması için düzenlenen kampanyaya 17 bin imza atılmıştı. Hayvansever bir heykeltıraş olan Seval Şahin tarafından gönüllü olarak yapılan heykel, ekim ayında tamamlanmıştı. Tombili’nin heykelinin açılışı 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü’nde yapılmış ve çok sayıda mahalle sakini katılmıştı. Biz de arkadaşım Görkem’le beraber gitmiştik hatta.


Ben her ne kadar burada dükkanları sırayla anlatıyor olsam da, aslında sokağa girer girmez ilk gittiğim atölye Seval Şahin’inki oldu. Vitrinde yan gelmiş yatan Tombili’nin alçı kalıbı beni karşıladı 😻
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu ve aynı üniversitede yüksek lisansını tamamlayan Şahin’le sokağın hikayesini konuştuk.
Sonbaharda açıldığı ve ilk ayları kış mevsimine gelmesine rağmen çok ilgi gördüklerini, insanların yavaş yavaş müdavim haline gelmeye başladıklarını anlattı. Baharda havaların ısınmasıyla, sokağa açılacaklarını, açık havada atölye çalışmaları düzenleyeceklerini de ekledi.


Bu arada cumartesi ve pazar günleri sokak sergileri yaparak bir sanat pazarı oluşturmaya da başlamışlar bile. Sanat yapmak değil sanatı yaşamak, yaşamı sanata ve sanatı yaşama katmak istediklerini söyledi.

Instagram: sevalsahinheykelatolyesi


8 No.lu dükkan Atölye 1040
Suadiye Sanat Sokağı’nda daha önceden tanıştığım diğer sanatçıysa Eren Kalender, Mimar Sinan Üniversitesi mezunu bir seramik sanatçısı.

Ben bundan 5 sene önce evde yaptığım seramik kolyelerimi pişirmek için fırın arayışı içindeyken tanışmıştık kendisiyle. Rafları binbir suratlı bir sürü baykuş heykelcikleriyle
dolu, son derece keyifli atölyesinde çocuklara ve yetişkinlere dersler veriyordu.
Yıllar sonra tekrar karşılaşmak, hala seramiğin çamurun içinde olmak çok büyük mutluluk tabi. Şimdi yeni atölyesinde eşiyle birlikte seramik ve cam çalışmalarına ve derslerine devam ediyorlar. Bu fotoğrafları çektiğim ve sohbet ettiğimiz gün, son derece keyifli, neşeli bir atölye çalışması içindeydiler. Benim ahşap baskıdan arkadaşım Nuray’ın da geçmişte Eren Kalender’in öğrencisi olduğunu öğrenmekten ayrıca çok mutlu oldum.
Instagram: atolye1040

9. No.lu dükkan Dega Cam Atölyesi
Gamze Haberal 1990 senesinde İnci Eviner’le başladığı desen çalışmalarını, daha sonra Şule Ulusoy,
Hasan Kavruk ve Ünsal Toker ile yağlıboya çalışmaları olarak sürdürmüş. 96 yılında açtığı Dega Sanat Galerisi’nde profesyonel galericilikle birlikte resim çalışmalarına da devam etmiş. 2008 yılında resmin yanında cam çalışmaya da başlamış.

Kendi atölyesinde cam sanatçısı Ebru Susamcıoğlu ile birlikte uzun süre kalıpla şekillendirme ve pate de verre teknikleri üzerinde yoğunlaşmış.
Yazıyı hazırlarken nasıl bir teknik bu acaba diye merak ettim. İlgilenenler mutlaka internette pate de verre olarak arasın, çok çok güzel çalışmalar var.
Halen atölyesinde kendi çalışmalarına devam ederken, çocuklara ve yetişkinlere de dersler veriyor.
Gamze Haberal bu semtte yaşıyor, burada büyümüş. Mekanın eskiden ne kadar bakımsız olduğundan bahsediyor ve şu anki haline dönüşmesinin verdiği mutluluğu anlatıyor. “Burası açık bir akademi gibi olacak. Sanat dallarının birarada olduğu, insanların gezip göreceği, rahatça oturabileceği, çalışmalara katılabileceği, cıvıl cıvıl bir yer yapmaya çalışıyoruz.” diyor.

http://www.degasanat.com/
Instagram: dega_cam_atolyesi


   


Sinerji, bir madde ya da sistemin 
başka bir madde ya da sistemle birleştiğinde,
etkinin ikisinin etki gücünün toplamından fazla olması durumudur. 
İş Birliği neticesinde ortaya çıkan artı faydaların ortaya çıkma heyecanına 
ve işbirliği ruhuna sinerji demekteyiz. 
Sinerjiyi ortaya çıkartan faktörler olarak üretken olmak, 
iş bitirme heyecanı taşımak, birlikte hareket etme gösterilebilir. 
Bu faktörler neticesinde bir araya gelmiş kişilerin 
ortaya çıkarttığı işin meydana getirdiği katma değer iş bitiminde sinerji faktörü olarak ortaya çıkar.
Suadiye Sanat Sokağı’na adım attığım andan itibaren bu duyguyu çok net hissettim, 
evet burada sinerji vardı.
Önümüzdeki bahar çok ama çok güzel geçecek. 
Bakın ilk cemre de düştü, artık geriye dönüş yok 😊

Facebook: https://www.facebook.com/suadiyesanatatolyeleri/
Instagram: suadiyesanatatolyeleri





   Let love rule...




19 Şubat 2017 Pazar

SUADİYE SANAT ATÖLYELERİ... I.BÖLÜM...

Kadıköy Belediyesi’nin, Suadiye Mahallesi'nde bulunan 1905 yılında yapılmış, ikinci derece anıt eser olan tarihi çarşı dükkanlarını restore ederek, "Suadiye Sanat Atölyeleri"ne dönüştüreceği haberini okumuştum.
Geçtiğimiz yıl Kadıköy Belediyesi’nin çalışmalarıyla aslına uygun olarak yenilenen ve Sanat Atölyeleri olarak kullanacak olan 9 adet dükkân,  6 Kasım 2016 tarihinde açıldı.




                                                                                                                                                                Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit dönemi Maliye Bakanı Reşat Paşa, genç yaşında yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat eden kızı Suad Hanım adına, 1905 yılında, Suadiye Camii’ni inşa ettirmiş. 










Daha sonra da camiye gelir olması için 9 dükkanlık bu çarşıyı yaptırmış. Yani Suadiye semtinin ismi Suad Hanım’dan gelmektedir.










Suadiye Camii, avlusunda bulunan halka açık kütüphanesi ile de 6 yıldır ziyaretçilerine hizmet veriyor. Camiye ilgiyi artırmak amacıyla başlatılan ve yıllar içinde büyüyen kitap köşesi, başka ilçelerden de ziyaretçi çekiyor.









Bu kitap köşesi 2011 yılında mahalle sakinlerinin desteğiyle oluşturulmuş. Cami ziyaretçileri sergide teşhir edilen kitapları ücretsiz alabilirken, dileyenler de sergiye kitap bağışında bulunabiliyor.








Bağdat Caddesi’nden Suadiye Camii’ne giden yolun üzerinde, tren yolunun diğer tarafına geçmek için Feride Geçidi’ni kullandım, ismini nereden aldığını merak ettim.
İnternette, bu tren yolundan geçerken can veren Feride için yapılmış olduğu rivayetinden başka bir bilgi bulamadım.



Bu sırada kendisi de Suadiye’li olan Cüneyt Altunç’un kaleme aldığı Suadiye Suadiye adlı kitapla karşılaştım. *
Kitabında anlattığına göre, geçecek başka yol olmadığı için, bu noktada tren yolu üzerinden Suadiye’nin üst tarafına geçmek isteyen pek çok yaya, tren altında kalmış. 60lı yıllarda Suadiye muhtarı Hilmi Öztan alt geçit konusunda başvurmak için birçok kez Ankara’ya gitmiş. Büyük uğraşların sonucunda, kendisi de Suadiyeli olan, Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarı, İnşaat Yüksek Mühendisi Orhan Göncüoğlu devreye girmiş ve bir alt geçit yapılmasına önayak olmuş. Fakat bu sıralarda Göncüoğlu tıp fakültesinde okuyan kızı Feride’yi kaybetmiş, bir kamyon Feride’nin ölümüne sebep olmuş. Geçit 1967-68 yıllarında yapılmış ve muhtar Hilmi Öztan da, Orhan Göncüoğlu’nun iznini alarak, Feride’nin anısını yaşatmak için, geçide onun isminin verilmesini sağlamış.
Suadiye Sanat Atölyeleri’ni anlatmaktı niyetim, ancak Suadiye Camii’ni ve Feride Geçidi’ni anlatmasam olmazdı.

Bu tarihi çarşıda eskiden ayakkabıcı, imam evi , marangoz atölyeleri ve demirciler varmış, mahalle ve çevre sakinlerinin işlerini yapıyorlarmış. Hatta Suadiye kitabının yazarı Cüneyt Altunç çocukluğunda kendi çizdiği bir kütüphaneyi buradaki bir marangoza yaptırdığını anlatıyor.
Şimdi adım adım sokakta ilerlerken karşıma çıkan dükkanlardan bahsetmek istiyorum 😊

1 No.lu dükkan Eski Çarşı Kitap Kafe, Kemal Aktan
Son yıllarda kahvemizi içerken kitap okuduğumuz ve hatta okuduğumuz kitap hakkında sohbet toplantılarına katıldığımız ve hatta hatta kitabın yazarıyla tanışıp kitabını imzalatabildiğimiz son derece keyifli kitap cafelere sıkça rastlar olduk. Peki şimdi bir cafe düşünelim, çocukların düşünme, sorgulama, neden-sonuç ilişkisini kurma, dinleme, tartışma ve yeni fikirler üretmesini sağlayan bir felsefe eğitimi programı düzenlesin. Kulağa şahane geliyor, değil mi.
Bunun yanında, çocukların temaları yaşayarak, canlandırarak ve oynayarak deneyimlemelerini sağlayan bir yaratıcı drama eğitimi atölyesi olsun.
Buna bir de hayatın ritmini, çalarak ve oynayarak neşeyle hissedebilecekleri bir perküsyon atölyesi ekleyelim.
Ve yine çocuklar için arkeoloji, sanat tarihi ve fotoğraf atölyeleri…


İşte karşınızda Eski Çarşı Kitap Kafe !
Sahibi Kemal Aktan...
Hazırladıkları ürünlerde yöresel lezzetlerin kalitesine çok önem veriliyor, kömbeler Antakya’dan, peynirler Dersim’deki kendi imalathanelerinden geliyor…
Yöresel ürünler dışındaki tüm ürünleri de kendileri hazırlıyorlar.

Instagram: eskicarsikitapkafe
http://kadikoygezgini.com/konumlar/eski-carsi-kitap-kafe/


2 No.lu dükkan Don Kişot Sanat Atölyesi, Mesut Eren
Kendi sözleriyle: “Amacımız hayaline susadığımız eşitlikçi özgür bir dünyayı şimdiden rengarenk
boyamaya başlamak ve çocuklarımıza miras bırakmak. Toplumu ve yaşamı estetize etmenin önemli yollarından biri de sanatsal faaliyetlere katılım ve üretimdir. Donkişot Sanat Atölyesi yel değirmenlerine karşı böyle bir ortamın yaratılmasını amaçlar.” diye anlatıyor, Don Kişot Sanat Atölyesi kendini.
Ressam Mesut Eren yürütücülüğündeki DonKişot Sanat Atölyesi, yıllardır Kadıköy Akmar Pasajı’nın karşısında bulunan yeri ile beraber, Suadiye Sanat Sokağı’nda da faaliyetlerini sürdürüyor. Atölye sadece çocuklara değil, her yaş grubundan insanlara açık. Temel çizim çalışmalarının ardından, kişiye özel olarak uygulamalı resim teknikleri gösteriliyor ve özgün renkli kompozisyonlara geçiliyor.
Atölyede ayrıca ünlü ressamların özgün ve çoğaltım resimlerinden oluşan bir de galeri koleksiyonu var.
Mesut Bey’in asistanı Mehmet Kartal ile sohbet ederken bir yandan da duvarlardaki resimlere bakıyordum. O sırada Mehmet Bey dikkatimi bir resme çekti ve Balaban, dedi… Onun bu ressamın ismini söylemesiyle karşımda bambaşka bir hikaye açıldı.


Ressam İbrahim Balaban’ın hikayesini ayrıca anlatacağım diyerek bir sonraki dükkana geçmek istiyorum.

http://www.donkisotsanat.com/
Instagram: donkisotsanat

3 No.lu dükkan Düş Yolcusu Sanat Durağı, Mehmet Kına
“… bütün gördüğümüz ve göründüğümüz de, düş içinde düş müdür sadece? “ diye sorar Edgar Allan Poe şiirinde…
“…hayat bir düştür, uyanmak bizi öldürür."  der Virginia Woolf, Orlando adlı eserinde.
“Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatımız." der Shakespeare, Fırtına adlı eserinde...
Bir Tao hikayesindeyse şöyle anlatılır: "Chuang Tzu rüyasında bir kelebek olduğunu görür. Uyandığında ise kendisinin, rüyasında kelebek olduğunu gören Chuang Tzu mu yoksa rüyasında Chuang Tzu olduğunu gören bir kelebek mi olduğuna karar veremez"

Yaşam denen bir rüyada yolcu muyuz acaba hepimiz?
Rüyada olduğumuzun farkına vardığımız kadar hakkını veriyoruz belki de yaşamın...
Verdiğimiz kısa molalarda karşılaştığımız diğer yolcularla deneyimlediklerimiz bizlere yön veriyor, kimbilir...
Bana sorarsanız, bu molaların verildiği en güzel duraklar, hep sanata dair olanlar...
Düş Yolcusu Sanat Durağı'nda yıllardır sanatçıların ve sanatseverlerin yolları kesişmiş...
Hayatı, düşleri ve yolculuk deneyimlerini paylaşmışlar...
"Toplum duygularını ifade etmekte güçlük çeker, sanatçı bunu ifade etmeye aracı olur." diyor mozaik sanatçısı Mehmet Kına, kendi yolculuğundan bahsederken...
İnsanın ilk 6 yılında algıladıkları tüm hayatını belirler... Hayatı boyunca dünyayı hangi değerlerle tartacağı bu yıllarda oluşur... Sanat, bu dönemde kişinin değerlerine önemli ölçüde etki eder... Mehmet Kına'nın mozaik sanatına gönül vermesinde de bu etkiyi görüyoruz, Antakya'da doğup büyümüş bir çocuk olarak, mozaiğe duyarlı olması tesadüf değil...
2010 senesinde Caddebostan Kültür Merkezi'nde yolcuları karşılamış Sanat Durağı ilk olarak, daha sonra Çiftehavuzlar'da ve şimdi de burada Sanat Sokağı'nda...
Çarşamba ve cumartesi günleri kurs çalışmalarının olduğu mekanda, çeşitli sanatçıların ve özellikle Maltepe Ressamları'nın eserleri yer alıyor. Aynı zamanda sanat malzemeleri satın almak da mümkün...

Instagram: dusyolcususanatduragi

Suadiye Sanat Sokağı'nda gezeceğimiz 6 atölye daha var...
Onları da bir sonraki bölümde paylaşacağım...


Bu arada yukarıda Feride Geçidi ile bilgileri aktarırken başvurduğum kitabı özellikle önermek isterim.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Edebiyat Yönetmenliği, Heyamola Yayınları'yla işbirliği yaparak, 'İstanbulum' projesini gerçekleştirmiş. Bu projede 40 yazar, İstanbul'un 40 semtini, kendi özgün bakış açılarıyla anlatıyorlar.
Suadiye Suadiye adlı kitabın yazarı Cüneyt Altunç...
Küçük yaşlarından itibaren yaşadığı Suadiye semtini, ailesinin öyküsü ile harmanlayarak, hem o dönemin fotoğraflarıyla dünü, hem de kendi çektiği fotoğraflarıyla bugünü, son derece keyifli bir üslupla anlatıyor.







   Let love rule...




4 Şubat 2017 Cumartesi

LA LA LAND... TÜM HAYALCİLERE...

Yılbaşı döneminin ışıl ışıl güneşli günlerde yaşandığı bir şehir…
Los Angeles…


“burada yaşayanlar herşeye taparlar ama hiçbirşeye değer vermezler” diyor Seb(astian)…
Caz tutkunu bir genç adam…

Zamanında Count Basie’nin çaldığı caz kulüp kapanmış ve yerine “salsa-tapas bar” açılmış diye matemde…
Sırf oraya yakın olmak için 8km ötedeki dükkandan kahve alan biri…
Hayali orada yeniden bir caz kulübü açmak…
Sadece hayal değil, gayet ciddi bir plan…
Evi kolilerle dolu, hiçbirini açmıyor, çünkü ev eşyası değil, açacağı kulüpte kullanacağı aksesuarlar ve malzemelerle dolular…

Mia oyuncu olma amacıyla sürekli seçmelere katılan bir genç kadın… İkisi bir şekilde tanışıyorlar…

Amacım filmi anlatmak ya da eleştirisini yapmak değil,
gidin/gitmeyin diye fikir vermeye de niyetim yok…
A ben beğendim, tekrar izlerim de, o ayrı...
O yüzden konu hakkında detaya girmeden, dikkatimi çekenleri anlatmaya devam ediyorum…
Evet ikisi bir şekilde tanışıyorlar…

Sohbetlerinde Mia oyuncu olma isteğini, katıldığı seçmeleri anlatıyor…
Fakat konuşma ilerledikçe ve teyzesinin aktris olduğundan, çocukluğunda onunla birlikte izledikleri filmlerden ve kendi yazdığı oyunlardan bahsederken,
Seb “sen sadece bir oyuncu değilsin, kendi rollerini yazabilirsin, kendin kadar ilginç bir rol yaratırsın” diyor…

Bazen bir yabancı, kişiyi kendisinden daha iyi gözlemleyebiliyor…
(Mia’ya bunları söyledikten sonra, my work is done here, dediği anda aslında içim bir cızz etti, izlemeye devam ettim…)

"Louise Armstrong örneğin, ona verilen bando kalıplarındaki parçaları çalabilirdi, ancak yapmadı…
Ne yaptı? Tarih yazdı,öyle değil mi", diyor…

Daha başlarda durumu netleştirmek adına, ben cazdan nefret ederim diyen Mia’yı, Lighthouse Cafe isimli bir yere götürüyor hemen ve caz sevmem diyen insanların, caz dinlemekten öte, cazı görmeleri gerektiğini anlatıyor…

Bu beni en etkileyen sahnelerden biriydi, çünkü birşeye tutku duyan, onunla nefes alan birine, ben onu sevmem demek çok kolay olmasa gerek… (caz örneğinden gidelim)

Hadi bunu söyledin, onun sana caz dinlemeyi dayatmadan, senin sevmem dediğin şeyin aslında ne olduğunu göstermesi ve kararı sana bırakması…
Senin cazdan ne anladığını anlatman, “hayatım boyunca cazı dinlendirici buldum” demen karşısında, cazın neden heyecanlı olduğunu göstererek anlatması tanımlaması…
Çatışmadan… ya da çatışarak ve uzlaşarak anlatmak anlaşmak…


Hele burada caz yerine kendimize ait bir konuyu koyup bir de öyle düşünsek…
Üstelik bu adam filmin başlarında kendisini bir kızla tanıştırmak isteyen ablasına soruyor:

-          - Caz sever mi?
-          - Muhtemelen hayır…
-          -  O zaman ne konuşacağız ki?

Kimbilir, işin içine duygular girince sabır katsayısı artıyordur belki J

Sevdiğim sahnelerden biri de sinemada geçiyor… Film Rebel Without a Cause… Asi Gençlik… James Dean’in 24 yıllık ömrü boyunca çevirdiği hepi topu üç film içinde en sevdiğim sahne bu filmdedir: Planetarium sahnesi…


Sinemada tam bu sahnede, tam da milim milim elele tutuşmuşlarken, film yanar… Tüh ne yapalım, hadi kalk gidelim, nereye, planetariuma… Ve filmin çekildiği o yere giderler…

Herkes baktığında kendine hitap eden şeyler bulur ya…

Filmde A-ha’nın take on me şarkısını duymak…
1982 model Buick Riviera’yı görmek, hem de convertible !!!





Şarkılarını, özellikle All of Me’yi çok sevdiğim John Legend’ın da filmde olması…

Keath rolünde Seb’e şöyle söylüyor: “How are you going to be a revolutionary if you’re such a traditionalist? You’re holding onto the past, but jazz is about the future.”




Renklerin filmde oyuncular kadar başrolde olması…

Henüz hiçbir şey ortada yokken, Mia’nın Seb’in caz kulübünün tabelasını tasarlaması ve kesme işareti yerine nota koyması…

İşte benim bulduklarım da bunlar J

Sadece sevgililerin değil, arkadaşların da birbirlerinin tutkularına duydukları saygı nasıl da fark yaratıyor…

Ezip, kapatıp, kanatıp, kitlemek ve birlikte küçülmek mi, azalmak mı? 

Kendin bile gerçekleşmesinin imkansız olduğunu düşünürken, birbirine inanmak, kendi hikayeni yazmaya cesaret etmek...
Birbirinin coşkusuyla, heyecanıyla, başarısıyla büyümek, yükselmek, zenginleşmek mi?


Filmin ismi de bu noktada önem taşıyor: La La Land…
Tamamen imkansız olan şeylerin gerçekleşebileceğine inanmak,
kim ne derse desin kendi değerleriyle kurdukları o dünyada yaşamak…
Ve şartlar ne olursa olsun çizgini bozmamak…

Tüm hayalcilere…








   Let love rule...