Bu Blogda Ara

29 Nisan 2012 Pazar

Adele'in şarkısından çıktık yola...

Sevgilisinden ayrılıp şarkı yazmış kadınları mümkünse dinlemeyeceksin (oops biraz ağır mı oldu :)
Ama onlar da n'apsın, bir şekilde duygularını dökmeleri lazım.
Onların döktükleriyle durduk yerde dolduruşa gelmediğin sürece sorun yok.

Bunlardan en damar olanlarından biri, son birkaç senedir hayatımızda olan Adele.
Aşkının hikayesini bilmiyorum, ama sonrasında adamı doğduğuna pişman ettiği kesin; şarkılarıyla.
Tabi hepsi kurgu değilse.
Şüpheciyim işte...herşeye kolay kolay inanasım gelmez...
hele böyle bir hikayeye...mutlaka vardır arkasında birşey diye...
Bazen de saf saf hemen inanırım o ayrı.
Gerçi aklıma hiç örnek de gelmiyor...
neyse yazdım artık kalsın böyle :)

Ama Adele'inki de benim sınırlarımı zorluyor, doğruya doğru.
Düşünsene ayrıldığı adama 'never mind I'll find someone like you' diyor.
Nasıl? Ayrıldığı adam gibi birini mi bulacakmış???
Çocuğum deli misin sen,dersini almadın mı?
Yok almamış anlaşılan.
Aynısını bulup ne yapacak merak ettim.

Bir de bu adam ona 'sometimes it lasts in love and sometimes it hurts instead' demiş.
Aşk bazen sürer, bazen de can yakar.
Bu kızın acı çekesi varmış.
Hayatının bu kadar özel detaylarını bilmiyoruz tatlı Adele'in...
Ama tahminimce daha önce de buna benzer durumlar yaşamış.
Yaşı da öyle genç ki...

Hayat, sana anlattığı hikayeye kulak vermeyi reddettiğin kadar yükseltir sesini.
Sunumunu yapar, baktı ki anlamadın başka bir yol dener.
Tamamen farklı bir senaryo...
oyuncular, mekan, kostüm, ana hikaye, hepsi farklı.
Ama o da ne? Yan hikaye?
Görünenin altında öyle bir hikaye akıyor ki...

İşte buna 'farklı okuma' diyoruz.
Konuyu dağıtmak istemiyorum ama frekansları değiştirerek görünenin ardındakini görmek
ve herşeyi farklı şekilde okumak mümkün.

Bunların en zevklisi kendi hayatın olur.
Ruhunda dokunulmayacak yerlere yaklaştırır insanı...
Bilinçaltında bile düşünülmeyecek olanı gerçeğin kılar...
Gerçek nedir, konusuna hiç girmiyorum...şu an için :)

Hayatın bunu kaç kez karşına çıkaracağı tamamen sana bağlı.
Bakti ki hiiç farkında değilsin, ta daa bir yeni senaryo daha, haydi iyi seyirler...

Soru  : peki ne zaman, nasıl biter bu döngü?
Cevap: zamanı gelince :)

Bunu nasıl açıklarım bilemiyorum.
Hakkında çok kafa patlatılmış, kitaplar yazılmış bir konu.
Nasıl zamanı geliyor, nasıl uyanıyoruz, nasıl?
Bir gün birşey oluyor işte...istersen ilahi dokunuş diyelim buna...
O biliyor zamanı ve vakit tamam olduğunda bir gün bir kek tarifi okurken dank ediyor kafaya birşey.


Diyor ki, önce yumurtayı çırpacaksın, sonra şekeri ekleyeceksin...
yağ, yoğurt sonra gelecek...
en son un, vanilya ve kabartma tozu.
Yani önce sıvılar, sonra katılar...
Kakao koyarsan fazla karıştırmayacaksın.
Üzüm koyacaksan önce biraz una bulayacaksın, yoksa dibe çöker.


Görüyor musun? 
GÖ - RÜ - YOR     MU - SUN ???
Hep gözünün önünde halbuki.
Pes etmiyor... geri çekilmiyor... vazgeçmiyor...
İstiyor... gör istiyor... kendini bulacağını biliyor...
Sen kendini bulduğunda hayat da anlam kazanacak... 
bunun için sabrediyor...

Mükemmeliyetçi olmak... kontrollü olmak...
Böyle durumlarda sonuç daha ilginç oluyor.
Bu yönlerine çalışıyorsun ve bir şekilde zaman içinde yumuşadığını,
kontrollü ruh hallerinin gevşediğini sanıyorsun.
Ve işte o kek tarifini okuduğun gün,
herşeyin ne kadar kendine bağlı olMAdığını gördüğün anda yüzdeki o ifade :)))
Ezberlerin bozulduğu o an...


Bu noktaya alışmak biraz zaman alıyor.
İlk sersemliğin ardından, gözlerin güneşe alışınca,
önce yaşadıklarının ortak paydasını tespit etmen gerekiyor.
Bunlar 'neden ben? neden şimdi?' diye feryat ettiğin zamanlardır belki de.

İşin en güzel kısmı şu...
Bir şekilde bunu tespit ettiğin anda uyanıyorsun.
Ve hatta geriye giderek daha önce yaşadıklarındaki ipuçlarını da toplarsan...of of offf  :)))

Düğüm çözülüyor, sınavı veriyorsun.
Hayatta tekrar karşına çıksa da artık gündelik mesele kadar bile anlamı olmuyor.
Aşıyorsun, üstünden atlayıp yoluna devam ediyorsun.
Daha nasıl anlatayım bilmiyorum ki...

Bitti mi dersen :)
Yok bitmedi, bitmeyecek de...
İnsan dediğin öyle çok katmanlı ki...
Çöz çöz çöz... Çözül çözül çözül...bitmiyor.
Birini, diğerini, ötekini...
devam edip gidiyor.
Bir daire tamamlanıyor, buna biraz alışıyorsun.
Sonra diyorsun ki, e başa döndük şimdi ne olacak.
Evet başa döndün, ama kendini tamamlamak adına döndün.


Şimdi döngü
tekrar başlayacak, tabi bir üst aşamadan.
Bu tamamlandıkça bir üst aşamaya çıkan daireler,
sonunda senin hayatının spiral formundaki yolu haline gelecek.


Hayat dümdüz akmıyor, dönerek yukarı doğru tırmanıyor.
Herbir yaşadığınla daireni genişletiyorsun.
Daha geniş kapsamda yaşıyorsun, çözüyorsun...
Algılıyorsun ve çevrene yayıyorsun...

Çözdükçe kendine yaklaşıyorsun, yüzleşiyorsun, şaşırıyorsun...
Seviniyorsun, hayran oluyorsun, korkuyorsun...
Ne diyeceğini bilemiyorsun, teslim oluyorsun...
Herşeyin sende olduğunu, hepsinin sen olduğunu görüyorsun....

Kıymetini biliyorsun, dolayısıyla kıymet bilir hale geliyorsun....
Hem hak edişlerini kabul ediyorsun, hem hakkını veriyorsun...
Hayatını açıyorsun... 
Artık mücadele etmiyorsun...


Tam bu noktada aklımıza Whitney geliyor :)
I'm every woman diye şarkısını söylüyor.

Tüm kadınlar benim...
Onların hepsi benim içimde...
Olmasını istediğin ne varsa...
Doğallıkla yaparım...






Bitirmeden önce:
Adele'cim, şarkın bizi nerelere getirdi görüyor musun :)
Şarkılarının melodileri çok güzel, kendini dinletiyor.
Başarılı remixleri de var, sporda, dansta gayet iyi gidiyor.
Ama sözlerine kulak vermek niyetinde değilim hiç.

Dilerim sen de çektiğin acıları aşmışsındır.
Ve kendi kıymetini bilen bir kız olmuşsundur artık.
İçinde pek çok kadını eş zamanlı olarak taşıdığının farkında olan...
Herbirinin senin kristal yüreğinin başka bir yansıması olduğunu bilen bir kadın...
Sevgiler...

Let love rule...






21 Nisan 2012 Cumartesi

Sözün izi...

Nişantaşı Gallery Linart'ta yeni bir sergi...
Sanatçı Seyit Mehmet Buçukoğlu...
Sözün İzi...
12 Nisan-8 Mayıs 2012 tarihleri arasında görülebilir.
Önce sanatçıdan dinleyelim, sonra ben de resimlerden bana yansıyanları paylaşmak istiyorum.

Gallery Linart'ın sergi kataloğunda sanatçı çalışmasını şöyle anlatıyor:
"Doğaya ve doğal olana karşı hayranlığım, yaşam biçimim ve sanatsal sürecimle bir paralellik oluşturuyor. Sade ve yalın yaşam tarzımı sanatsal sürecime de yansıtmaya çalışıyorum. Resimlerimde doğal malzemeleri kullanarak minimal düzeyde uyguladığım renk ve biçim anlayışı da bunun bir göstergesi durumunda."

"Ele aldığım konuları genel olarak beyaz bir zeminde zamanı vurgulayan çürümüş dokular, lekeler, yanıklar, izler ve kimi zaman da fosil betimlemeleriyle izleyiciye aktarmayı amaçlıyorum."
"Son dönem çalışmalarımda doğal lekeleri, özellikle de yanıkları resim yüzeyinde yazı gibi kullanarak bazen doğaya mektuplar yazıyor, bazen de doğadan mektuplar alıyorum. Doğanın anlattıkları dışında doğaya anlattıklarım da benim için önem kazanıyor."
http://www.smbucukoglu.com


Sanat eleştirmeni Fırat Arapoğlu da sanatçı ve sergi hakkında şu yorumda bulunmuş:
"Herşey bir iz bırakır, izsiz birşey olmaz. Bu "söz"ler için de fazlasıyla geçerli. Sözleri ne kadar silerseniz silin, kaybolmazlar. Orada burada mutlaka izlerini bulabilirsiniz. Eğer bulamazsanız, bu sefer de onu silmeye çalışanın izlerini bulursunuz.Bunun için size gereken sadece bir boşluktur. Bunu Seyit Mehmet Buçukoğlu'nun işlerindeki açık renk alanlarda rahatlıkla görebilirsiniz. Bu boşluğun üzerine asla durmayacak, sonlanmayacak bir yazı öneriyor sanatçı bize. Bu yazıda gösteren/gösterilen ayrımı yok. Sadece "iz"ler var."
http://www.firatarapoglu.blogspot.com/



Sergi gezmeyi çok seviyorum.
Bir insanın kendi iç dünyasını paylaşmasını kendi iç dünyam ile karşılamayı seviyorum.
Sanat insanın kendini keşfetmesi için bir araç.
Her günkü sözcüklerle kendimi "başka türlü" anlatmak için kullanabileceğim bir tür anahtar.
Baktığın şey senin içinde bir yerlere tekabül etmiyorsa, sana ne anlam ifade edebilir ki?

Bugün sergideki ilk resimden itibaren her çalışmanın bende uyandırdığı sözlerin izlerini anlatmak istiyorum.
Sergiyi gezerken dayanamadım bir yandan da notlar aldım.
Aslında herbiri için ayrı ayrı yazıldı notlarım, fakat burada resimlerin tamamını paylaşmayacağım elbette.
Resimleri anlatmak yerine, herbir resmin bendeki yansımalarını anlatmayı tercih ediyorum.
Notları, sergi kataloğundaki sıraya göre yazdım.
Bunlar resimlerin bendeki izleri...
Herbirimizde farklı izler bırakacaktır eminim.

Denizin ortasında, sözcüklerin yelkenlisiyle çok uzak ya da çok yakın bir karaya varma umudu...

Tüm kapılar kapalı, kilitli ve mühürlü... Cennetin o beyaz kapısını açacak olan sihirli sözcük nedir?

Basamaklar...sözcüklerin basamakları... hatıra defterlerine,güncelere sığmayan, taşan sözcükler nerelere gider?

Sisten görünmeyen kıyılara vurmak için bilmem ki neyi bekleyen sözcükler...

Suyun altındaki o büyülü dünyanın, kuştüyünden bir kalemle yazılan sözcükleri...

Alacakaranlıkta birbirini görmeye çalışan, sözcüklerle gülen sözcüklerle ağlayan insanların sözcükleri...

Alev alev sözcükleriyle güneşten duvarın ardında bekleyen dolunayın söylenmeden duyulmuş sözcükleri...

Gökyüzüne yazılmış...uçurumun kenarında, omuzlarına kadar toprağa gömülüyken okunmaya çalışılan sözcükler...

Sevgi sözcükleri...umut sözcükleri... veda sözcükleri... özür sözcükleri... yarılan kalplerin sözcükleri...

Sözcüklerle bir üçgeni kaç eşit parçaya ayırabilirsin...dengeleri bozmadan...

Binyıllık buzdağlarının her bir katmanına yazılmış sözcükler...

Her günün saatlerinde, günler doğarken ve batarken yükselen sözcükler...

Buzdağlarının üzerinde yükselen dünyanın kaç tane dolunayı varsa, herbirinin gölgesine yazılmış sözcükler...

Güneşin üzerine yazılarak tutulmasına sebep olan sözcükler...

21.yüzyılda 19.yüzyılı anlatan...sayfalarına sığmayıp zarflara taşan...küçük bir kuşun kanadıyla mühürlenmiş sözcükler...

Karşında duran, havada uçan, arkanı döndüğün, görmekten korktuğun sözcükler...

Domino taşları gibi birbiri ardına dizilen, ilki yıkıldı mı, gerisi gelen sözcükler...

Yarası belli olmayan, ama uzayıp giden bir damlacık kanla yazılmış sözcükler...

Yalnızlıktan mevcudiyetin duvarlarına yazılan...sonra da tırnaklarla kazınıp silinmeye çalışılan... belli ki ötesine geçmeye uğraşılan sözcükler...

Tüm dünyayı saran, sarsan, çığlık çığlığa sözcükler...

Akmak için beklerken için için kaynayan, yerinde duramayan,kendini ordan oraya vuran, arada bir ya da iki tanesi dışarı kaçan sözcükler...


Cemrenin suya, havaya, toprağa yazdığı, ya düşeceği yer yoksa diye korkutan sözcükler...

Soluk suretlerin bilinçaltındaki yansımaları gibi...hatırlayamadığın bir rüya gibi...sana zaman makinesinden bahseden sözcükler...

Dünyayı döndüren, durduran, tersine döndüren, batıran, yükselten, altüst eden, ilk gününe çeviren, son gününe getiren sözcükler...

      



Sakinleştirirken sana sendeki seni hatırlatan sözcükler...

İlk sözde de son sözde de aynı olan sözcükler...


Nişantaşı Gallery Linart...
Sanatçı Seyit Mehmet Buçukoğlu...
Sözün İzi...
12 Nisan-8 Mayıs 2012


Let love rule...



19 Nisan 2012 Perşembe

Bu su hiç durmaz...

Dünya işte...
Diplomasi olmadan, taktiksiz, 
içinden geldiği gibi yaşamaya izin yok...
diyorlar :)

Tüm kalkanları zor da olsa indirmek için, hiç olmadığın kadar açık olmak için, aldığın nefesin hakkını vermek için, mutlu olurken mutluluk yaymak, hatta daha çok,mutluluk yaymaktan dolayı mutlu hissetmek için...

ilk kez sınırlarını açmışken...
güneşe çıplak gözle bakmaya... 
cesaret etmişken...
Ne diyeceksin...Dünya işte...

Öyleyse ölecek miyiz Sezar?

Peki öyle olsun...ama tam bu anda seni bu duruşundan kim, ne, hangi ahval ve şerait vazgeçirebilir?

Çocukluk yıllarının ardından, hatta belki daha o zamanlardan,
ruhumuzun üstüne birer birer giydirdiğimiz gömlekler...

Yetmeyip yol üzerinde arada belimize, dizlerimize, omuzlarımıza bağladığımız kemerler, zincirler, vurulan kilitler......
Yük gitgide artmış, hiç hissettirmeden.
Alıştıkça bir kat daha, sesini çıkarmadıkça toka bir delik daha geriye...
Bizim yarattıklarımız bizi yaratır olmuş.
Sahip olduklarımız bize sahip olur hale gelmiş.
Ama bir gün nasıl olduğunu hiç farketmeden, bir şey ilk domino taşına bir fiske atmış...

Ve sonrası...

Onların farkına vardıkça, hemen değil, ama yavaş yavaş gömlekler çıkmaya ve en dar kemerler çözülmeye, açılmaya başlarken...

Domino taşları bazen sanki yokuş aşağı delicesine,
bazen düzlüklerde yavaşlar gibi...
Ama hiç durmadan, artık dönüşü olmadan tıkır tıkır devrilip düzleşirken...
Alacağın kaç nefesin varsa, ömrünün büyük resmi ortaya çıkarken...


Hangi çılgın önünde durabilir?
 Bazen bu çılgın bizzat kendin bile olsan :)

Bir noktada kafaya takıyorsun huniyi...
Diyorsun, evet buradan öteye bir yol var, görüyorum...
Bu ırmak, bu akış sonsuzluğa gitmiyor... 
bağlandığı, karıştığı bir deniz var.
Sonsuz olan işte o...

Birlikte akacak mısın?
Kenarda durup bakacak mısın?
Kurtarıcın sandığın bir dala tutunacak mısın?
Vazgeçip geri yüzmeye çalışacak mısın?
Ve evet başa dönersek...
Bir olup akacak mısın?


Ben kendi cevabımı vereyim...
Geçmiş olsun, artık akmaktan başka çaren yok zaten :)
Dala tutunmak, tersine yüzmeye çalışmak, sadece akışı biraz geciktirir.
Kenarında durmaksa, malesef hiç işe yaramaz.
Çünkü akış çeker seni, kendini suda bulursun.

Gerilme, sıkma kendini, çarpma kafanı gözünü...kıyamam...
Ama birşey de yapamam...
Herkesin kendi nehri, kendi akışı çünkü...



Ha hiç mi birleşmez çaylar, dereler, hatta nehirler...
Birleşe birleşe hiç mi Nil'e dönmez?
Tuna Morava ile birleşirken...
Dünyada güneyden kuzeye akan tek nehir...
Aa bir Asi var sahi... tersine akar...
Neden olmasın oluyor işte,
hep oluyor, olsun da zaten...
Irmak olur, çağlayan olur,bir olur...
Kendi içinde kollara ayrılır, yeniden kavuşur... 
ama bu onları azaltmaz, daha da besler...
Doğa bu...hayat bu...
Ama önce herbiri kendi özünün debisini bulma yolundan geçer.

Mecrada ani çöküntüler... küçük setler...
üstüne devrilen ağaçlar...
sivri dişli kayalar...
hele bir de... tam cevapları buldum derken değişen sorular :)
Yetmediyse...
Metrelerce yuvarlanarak ve harika binbir gökkuşağı saçarak kendini bıraktığın uçurumlar...
Serbest düşüş... çırpınmadan...



Yapacak bişey yok, doğa güçlendirene kadar zorlar...
Kötülüğünü istediğinden değil...
Güçlen diye... kendini tanı diye..
'Ben' sandığın kişinin kim olduğunu gör diye...
'Karakterimdir' dediğin şeyin binlerce yılın kodlanmaları olabileceğini farket diye...
Özene bezene ördüğün hayatının x=y'lerden ibaret olabileceğini bir düşün diye...
Terli terli soğuk su içme oğlum...
Islak saçla rüzgara çıkma kızım...
Üşütürsün...neden?
Neye inanıyorsan o olursun da ondan...



Sen'in aslında hem olduğunu sandığın kişi 
ve hem de çok farklı birşey olabileceğini...
bunun seni kendinle çeliştirmeyeceğini duy diye...
Rüzgarda ürpererek sakince akanın...
kayalardan çağlayanın...
girdaplar yapanın... bazen dolup taşanın...
sınır tanımayıp sel olanın...
şelalelerce başaşağı kendini bırakanın...
kokusunu hisset diye...
Damlacıkların sesindeki notaları duy diye...
Kendini gör diye... Kapasiteni bil diye...

Başka nehirlerle birleşiyorken... 
böyle kendinle tanış...
önce doğanla barış...
karışacaksan denizlere böyle karış...



İşin güzel yanı, bu sana bağlı değil...
Hayatına bak, görmüyor musun?
Olanlar bundan farklı mı?
Sen görsen de görmesen de akış artık kesilmez...
Bülent Ortaçgil'in şarkısını ne güzel yorumlamış Leman Sam...


Bu su hiç durmaz...



Iska geçti, ölmüyoruz Sezar ;)


Let love rule...






16 Nisan 2012 Pazartesi

VEGA...noolur 4.albümü çıkarsın :)



Benim anneannem, onun babaannesiydi.
Rengarenk fularlarını, şifon eşarplarını paylaşamazdık.
Çocukluğumuzun en belirgin, en büyülü anısı.


Sonra...

I'm in blue and in black a bit...
I'm trying to get out of it...

diye başlayan bir şarkıydı...
O klavyede çalardı, bana söyletirdi...
Arada söz eklerdi.
Beğenmezdi de,baştan aldırıp dururdu.
Ben ranzanın üst katında,
elimde deo kutusu mikrofon...
O şarkı hiç bitmezdi, bitmedi...

Hayat herbirimizin yolunu bir başka Roma'ya çıkardı. (*)
O önce mimar oldu, sonra yüreğinin sesini dinledi.
Müthiş bir adamla evlendi...
Tam bir sağ beyin sol beyin vakası...
Sonradan bkz... http://merininaynasi.blogspot.com/2012/04/sag-beyin-sol-beyin.html

Bir yandan mühendisliğin kodlarıyla uğraşırken... sayılar...sıfırlar...birler...
bir yandan da müziğin kodlarının içinde hem kendini,
hem hayatı anlamaya ve ifade etmeye çalışan bir adam...

Kız derinlerde bildiği,ama tabiatının yüzeye çıkmasına izin vermediği yönlerini bulup ne pahasına olursa olsun ortaya çıkaran bu adamla evlendi...
Adam müzik delisiydi, kız müzik delisiydi...
Tatlı sert...
Zaman zaman seviştiler, zaman zaman tepiştiler, 
ama ortaya müthiş bir sinerji çıkardılar...
Bu sinerjinin sonuçlarından hepimiz faydalandık...

Kız...kuzenim...Deniz Özbey Akyüz...
çok ama çok sevdiğim...değerlim...

Ve o adam...Tuğrul Akyüz...itişip kakışmaktan, laf sokup takılmaktan hiç vazgeçmeyeceğim :)



Sinerji...Vega...
Üç albüm çıkardılar...
Yıllar içinde bir araya geldikleri birbirinden değerli müzisyenlerle...



                                      


Genelde pazar sabahları bloga yeni yazı ekliyorum, bu pazar eklemedim.
Çünkü cumartesi gecesi saha araştırmasındaydım efendim :)))
Vega konserine gittim...


Birbirini 11 yaşından beri tanıyan beş kız arkadaştık...
Birlikte büyüdük ya da büyüyemedik...kimbilir...
Ama hep sevdik çok sevdik...
Bazen kendimizi, bazen birbirimizi kandırdık...
Üzmemek için çaktırmadık, hep anladık...
Hep sorulara cevap aradık.
Bulduk, bulamadık, kaybettik, yakaladık...
Ama birbirimizden hiç ayrılmadık...
Şehnaz...Tuba...Yeşim...Zeynep...bi de İrem...

Müthiş bir yağmurda...kargaşanın tam ortasında...
çöldeki vaha gibi dingin bir yerde...

dev şemsiyenin altında oturmuş yağmuru izlerken ve yaseminli yeşil çaylarımızı içerken...
birden değişen rüzgarla sarsılan şemsiye ve kafamızdan aşağı boşalan yağmur suları  :)))
Şahane...hayattan başka ne isterim... saçlarımın uçlarından şıp şıp damlayan yağmur...
Gece boyu 'üşümüyo musun be kızım' sesleri... hava ılık... kimin umurunda... kusura bakmazlarsa :)

Harika, yüksek bir sohbetle geçen bir gecenin ardından kendimizi Vega'nın şarkılarına bıraktık...
Deniz bize bizi anlattı, herşeyi bir bir...
Ballar balı sesiyle...O anlattı biz kendi dünyamıza daldık...
Benim daldığım derinlerden çıkardıklarım bunlar...
Bugün Vega anlatacak çıkardıklarımı...
Bunlar benim bulduklarım...herkes kendisininkini bulsun...
Şarkılar...sözler...melodiler...yorum...müthiş...
Biz de yeni şarkıları haketmiyor muyuz???
(: EDİYORUZ :)
VEGA DUY SESİMİZİ...

"onarın ruhumu sil baştan...ama sızsın müzik içeri...kupkuru dal gibiyim...ne bileyim...tamam sustum...tamam tamam sustum..."

"bir gün gelir bir gün geçer...bazı şeyler hiç ama hiç değişmez...her geçen anın sonunda hala...alışamadım yokluğuna..."

"ne oldu...duygu nerede boğuldu...yollar bizi burada bıraktı...vakit varken kaç burdan...beni de al, kaç buradan..."

"rüyalar olmasın diye... gözlerim açık her gece... şimdi gerçek değilsin bana... kurumuş dudaklarıma..."

"hiçbir şey sormadan,bana dokunsana...rüzgarla,bulutla uç bana... sağanak yağmurla dokun bana... üfle üfle ruhuma... 
sakinle, damla avucuma... 
ihtiyacım var huzuruna..."

"bu sabah bir umut var içimde...nasıl olsa geri gelirsin diye...herşey yerli yerinde yine...bu sabahların bir anlamı olmalı..."

"sarılmayı isterdim çok, dokunmayı sana...gel bul beni...anlatmayı isterdim çok,açılmayı sana...gel bul beni..."

"tenin tenimi çeker aşkım...çivin çivimi söker tatlım...
ne var? evet ne var? durduğun yeter, korktuğun yeter..."

"bir kız vardı...güzeldi sanki ve senindi...gözlerinde saklı bir 'belki' ve senindi..."

"dudaklarımdan dur da dinle bu defa... gözlerimden anlamıyorsan... duyuyor musun...görüyor musun beni hala...
bu deli oyunda oynuyor muyuz hala..."

"bende bu kadarı varsa...
ve bu kadarı bu adama azsa...
zat-ıaline bir gün birisi 'dur' desin..."

"kopuyorum senin teninden...son güne kadar direnmişken...atıyorum seni içimden ben...desem de inanma :)))

"sorsaydı yolu bitince...anlatırdım günü gelince...sarılırdım...erir miydi kalbi O'na 'tatlım' deyince?"

"poh poh perisiydin sen...bir ilgi delisiydim ben...rüzgar esip uyandırınca... ol yanımda yine yanımda..."

"yazdıklarımı seviyordun...kazaklarını giyiyordum...
ve ellerin saçlarımda...sevildiğimi biliyordum..."

"yarım kaldı...sende kalsın,kalsın yarım...
tadın kaldı...bende kalsın,bende tadın...
bir daha dokunursan...bir kez daha bana dokunursan...
karışırız...karışır dünle yarın...
bizi üzen neyse burada bitsin..."



"yüzüme ne kadar sert...yüzüme ne kadar tatlı...bakarsan bak dert...ya bakmazsan?"

"bir senin gözler beni anlar...elimde değil...görür görmez deliren ihtiyaçlar...elimde değil..."

"yağmur dönerken kara...şarkılar var falımda...hepsi sana...bu gece Ankara...
yağmur dönerken kara...yine yol var falımda... ister özle,yok istersen hiç hatırlama..."

"bir sen varmışsın...ve biri bekliyor seni...
dağınıkmışsın onun en yakını, yorganı gibi...
her rüyanda gizlice uyur...
istemezsen yalnızlığa uyanmaya mecbur..."

"dileğini tutmuş...sayar sonsuzdan geri...yanarken yanakları...üşürmüş elleri..."

"neden başladım ağlamaya...anladıysan...ver...mendilin varsa yanında...ver...eminim vardır yanında..."


Buraya kadar sıkılmadan okuyanlara bonus :)
En sevdiğim Vega şarkısı... videosu ve sözleri...



"kaç...kaç benden kaç...
açılmaz sandığım o kapıyı yavaşça açtın...
bilmiyorsun ki sen
taa içimdeki keskin birşeyleri yerinden oynattın.
yok,sen beni kurtaramazsın...
kurtaramamış kimse kimseyi...
yüzümü tutup kaldıran elin
o kadar güzel, o kadar arsız...
sen, senin adın, ellerin,
gözlerin, duan, dudakların...
içimdeki karanlığı yeniden kanattın...
sesimi duyma...
'bu rüzgarla karışmam' diyeceksen eğer...
hiç tadını duyma...
hayatı acı tatlı içmeyeceksen eğer...
koş git burdan...kaç git burdan şimdi...
asla...adını sormam...
yoksam ben...yoksam sende...
yalnızlığa yerini sormam...
hiç yoksam...hiç olmadıysam...
ağlamam...ağlamicam..."





anyway...let love rule...



Takip ve son haberler için...
https://www.facebook.com/VegayadaVega
http://www.vegayadavega.com/



(*) S.Memet Güzelbeyoğlu'nun bir şiirinden ilk mısra...
Bir gün her birimizin yolu bir başka Roma'ya çıkacak...