Bu sefer daha ilk baştan anlaşalım🙂
Ağız dolusu “ooh valla hayat sana güzel” diyecek düşünecek olanlar hiç zaman kaybedip okumasınlar bu yazıyı, zaten uzun😜 Hidrojen atomu aleminin amorf maddesinden başlayarak anlatacağım yine... Kimin, ne zaman, neler yaşadığını, ne badireler atlattığını, hayata nasıl tutunduğunu bilmeden, yorum yapıp yargılayanlardan yorulanlar ile devam edelim yolumuza🤞
Bakırköy'de Yeni Sinema'nın karşısındaki bir apartmanda oturuyormuşuz ben doğduğumda. İlkokul yıllarımda annemle Bakırköy’de sahile inen caddedeki Sayanora Sineması ve çarşı içindeki Sinema 74’e giderdik. “Gelecek Program” ve “Pek Yakında” fragmanlarını izlemeye bayılırdım. İlk yıllarda çoğunlukla izlediğim filmden hiç birşey anlamamış olarak çıkardım, sebep-sonuç ilişkilerine hiç aklım ermezdi… Hayatımda ilk kez yalnız sinemaya gidişim Türkiye’de vizyona giriş tarihi Ocak 1981 olan Satürn 3 filmi ile olmuştu. O zamanlar gündüz gösterimlerine matine, gece gösterimlerine suare denirdi. Babam akşam sinemaya bırakmış, çıkışta da gelip almıştı. Bilim kurgu/korku türünde bir filmdi…Lisede İstanbul sinema günleri’ni takip etmeye başladık. Benden çok daha iyi izleyici olan arkadaşlarım vardı. Biraz onlardan duyduklarım, biraz etkinlik kitapçığından okuduklarımdan seçebildiğim birkaç filme gidersem ne ala…
Sonra uzun yıllar Amerikan aksiyon filmlerinin -tabiri caizse- istilasını yaşadım. Çocukluktan itibaren en sevdiğim tür bilim-kurgu iken, kaçmalı kovalamalı ajanlı savaşlı filmler izledim yıllarca…
Hatta IMDB’den alfabetik tarama yapıp izlediğim filmleri yazdığım bir defterim vardı. 2002de bir gün artık yeter dedim… Nasıl bir cana tak etmeyse en sevebileceğim filmleri dahi takip etmez hale geldim. Pardon tabi, Yüzüklerin Efendisi’ni ve StarWars’u ayrı tutmam lazım… Az buz değil, 2020ye kadar yaklaşık bir 20 sene böyle geçti…
Sonra 2020 şubatında hayatlarımızın ortasına bir bomba düştü: pandemi 😷
Netfliks izlenme rekorları kırarken ben yine mesafeli durdum. Sonra ne izleyeceğimi bilmez halde, arkadaş gruplarındaki tavsiyeleri değerlendirmeye başladım. Daha çok birkaç sezonluk dizilere bakarak 1 sene de öyle geçti.
2021 kışında Oscar adayları açıklandı, haydii onun peşine düştüm. Oscar sonrası ben şimdi seneye kadar hangi filmler öne çıkıyor nereden anlayacağım derken karşıma (iyi ki !) Cannes’da ana yarışmaya seçilen filmlerin listesi çıktı. Dedim herhalde bunlar bir nebze daha kalitelidir. Açıklanan yönetmen sırasıyla hiç acele etmeden internette bulduğum filmleri izlemeye başladım.
Bu arada bir yandan da izlediğim yönetmenin hayatını okumak, varsa röportajına bakmak, ödül aldıysa teşekkür konuşmasını izlemek şeklinde dünyasına girmeye çalıştım. Tabi Cannes olduğu için Avrupalı ve özellikle Fransız yönetmen ağırlıklı oldu, bünyem kültür şoku yaşadı.
Çocukken isimlerinden afişlerinden, gençken başrol oyuncularının kim olduğundan etkilenerek gittiğim filmlerden başka, yönetmen sineması denen, hatta yönetmen kendi yazdığı hikayeyi çekiyor ise daha da başka bir yere konulan bir dünya varmış. Örneğin konu, tür, dönem, mekan bakımından birbirinden farklı gibi görünen 15 filmi olan bir yönetmenin, hepsinde aslında dönüp dolaşıp kendisine özel olan biricik bir şeyi anlattığını, yani bir derdi, bir meselesi olduğunu gördüğümde, izlediğim filmler kadar, filmlerde baktığım şeyler de değişti. Olay bir insanın hayatını gözlemlemeye doğru evrildi.
Bu uzun girişi nereye bağlayacağım, dur şimdi geliyorum 🍿📽
2021 Ekim’inde sadece son zamanlarda değil, sadece pandemi döneminde değil, uzun yıllardır da değil, sanırım hayatımda hiç yapmadığım birşeyi yaptım. Bu izlediğim filmlerle beraber takip ettiğim, o Cannes senin, bu Venedik benim, sanal sanal gezdiğim festivallerin neticesinde, hiç haberim olmayan bir şey varmış: meğer tüm bunlarda ödül alan veya beğenilen filmleri İKSV, FilmEkimi organizasyonu ile memlekete getiriyormuş. Bizim 80lerdeki İstanbul Sinema Günleri, olmuş FilmEkimi !!! Ayol film izlemiyorken festivale kim kalkıp gidecek şimdi dediğim günlerden nerelere geldik, bakar mısınız.... Fakat programı görünce şaşırıp kaldım, meğer neymiş bu💜
Ve 2022 Nisan'ında Cannes film festivali ana yarışma katılımcılarının açıklanmasıyla, benim yönetmen takibi yapmaya başlamamın 2.senesine girdim. Aynı bir önceki sene olduğu gibi, ama bu sefer ana akım olMAyan sinema sektöründe olup bitenlerden az buçuk haberdar olarak bu Ekim ayına geldik. Önceden reklamlarına, tanıtımlarına kör-sağır olduğum festivali dört gözle bekler halde hem de…
Bu yıl Anadolu yakasında Kadıköy Sineması’ndan başka, bir de yine Kadıköy’deki Sinematek Sinema Evi de festival salonlarına eklenmiş. İzlemek istediğim ve günü/saati bana uygun olan birkaç film Sinematek'te oynayacağı için, 1 hafta öncesinde, nerededir, yürüyüş mesafesi midir, bir gidip bakayım dedim.
Marmaray Söğütlüçeşme’ye çok da uzak olmayan, Yoğurtçu Parkı ile Bahariye caddesinin arasında kalan bir ara sokakta, bence kelimenin tam anlamıyla “açıl susam açıl” tadında bir mekan. Dışarıdan küçücük görünen, içeri girip detaylarını gördükçe kalpte ve gözde değeri, anlamı büyüyen bir yer.
Daha önce o arsada 80lere kadar ayakta durmayı başarmış bir köşk ve limonluğu varmış. Yıkılmadan rölevesi alınmış ve aslına uygun olması koşuluyla, Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'ndan inşaata izin çıkmış.
Web sitesinde şöyle anlatılıyor: "Sinematekler sinema mirasını korumak ve film kültürünü yaymak amacıyla faaliyet gösteren kurumlardır. Bu amaçla arşiv çalışması yapar, sanatsal ve tarihî değer taşıyan filmleri seyirciyle buluşturan gösterim programları sunar ve seyircinin sinema sanatıyla daha bilinçli, derin ve güçlü bir bağ kurmasını sağlayan söyleşi, seminer, panel, konferans, sergi ve benzeri etkinlikler düzenler. Sinematekler bugün sinema mirasına sahip çıkan ülkelerin önde gelen kültür kurumları arasında yer almaktadır."
"Fransız Sinemateki’nin 60’lı yıllardaki seyircileri arasında Türkiye’den Onat Kutlar, Hüseyin Baş ve Şakir Eczacıbaşı da vardır. Türkiye’de böyle bir kurumu hayata geçirmenin hayalini kuran bu ekibe Sabahattin Eyüboğlu, Cevat Çapan, Nijat Özön ve Muhsin Ertuğrul gibi isimlerin katılmasıyla 25 Ağustos 1965’te Türk Sinematek Derneği kurulur.
Önce Şişli’de, daha sonra Taksim’de gösterimler düzenleyen Sinematek, salt ticari kaygılarla işletilen sinema salonlarında gösterilenlerden farklı, tarihî ve sanatsal değer taşıyan filmler izlemek isteyen sinemaseverlerin buluşma noktası haline gelmekle kalmaz, çıkardığı Yeni Sinema dergisi ile sinema okuryazarlığının gelişmesinde önemli bir rol oynar. Türk Sinematek Derneği, 12 Eylül Darbesi’nde diğer tüm derneklerle birlikte kapatılır."
1975 yılından gazete ilanı |