"Hayatta beni ne heyecanlandırır?"
Bu soru insanın kendine sorması gereken en önemli soruların başında geliyor. Cevabını keşfedebilmek ise kişinin yaşamı, var oluşu algılamasını, anlamlandırmasını bambaşka bir hale dönüştürüyor. İnsanın bir konuya tutkuyla, adanmışlıkla bağlanması, onun peşinde yedi iklim dört bucak dolaşacak sabra ve motivasyona sahip olması, çok özel bir durum. Bunu herkes bu şekilde yaşamıyor. Kimisi tutkusunun ne olduğunu bildiği halde çeşitli sebeplerle peşinden gidememiş olmanın burukluğunu duyarken, kimisi bunun farkına bile varamadan, bir ömrü hep eksik hep tatsız yaşıyor, arayışı ve o dolmayan boşluk duygusu hiç dinmiyor.
Dr.Şadiye Çetintaş, "Rüzgarda uçuşan yazmalar ve kenarındaki oyalara ne zaman vuruldum hatırlamıyorum", diye başlıyor söze. Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi 1977 mezunu olan Şadiye Hanım, hekim olarak yıllarca kadın sağlığı ve üreme hakları konusunda pek çok projede çalışmış. Hekime bile rahatça anlatamadıkları dertlerini, mahremlerini, oyalarla bu kadar rahat dile getirmelerine, bu gizemli dili bu kadar ustalıkla kullanmalarına tanık olmak onu bir arkeolog gibi ince ince araştırmaya yöneltmiş. "İçine girdikçe hayretim ve hayranlığım arttı. Kadınların ördüğü bu dünyada bambaşka bir zenginlik vardı. İlginç, güçlü tasarım, renk seçimi ve malzeme kullanımı muhteşemdi. Kadının bu zenginliği kendi dünyasının tüm bileşenleri ile yaratması beni meslek olarak da çok etkiledi." diyor.çikolata,sigara kağıdı ve deniz kabuklarıyla yapılan oyalar |
Çocukluğundan beri bir şeyler toplayan, çiçekleri, renkleri ve doğayı çok seven bir insan Şadiye Hanım. “Ben çok dolaşan biriyim, gençliğimde çok trekking yapardım. Cuma akşamı işten çıkıp, otobüse binip bir yere gider, Pazar akşamı otobüse biner direkt işe giderdik. Öyle bir tempomuz vardı."
"Ev almadım, oya aldım.”
Bütün Anadolu’yu, 81 ili dolaşırken, oya merakı olduğu için her gittiği yerde dükkânlara girip adres bırakırmış. "Kadınların elleri sıkıştıkça çeyizlerinden bir şeyler sattığını biliyordum. Böyle bir durum olursa beni arayın derdim, birçok insan beni aradı. Bir güven oluşturduktan ve önem verdiğinizi anlamalarından sonra oradan buradan sizi buluyorlar. Ayrıca Ege’de İzmir’de yaşayan bir arkadaşımla Tire, Ödemiş, Aydın pazarları gibi çok pazar gezdik." Oyaların emin ellerde olduğunu ve değerinin bilineceğini bilerek göndermişler.
Nallıhan, Şadiye Hanım'ın oya serüveninde çok önemli bir yere sahip. Ankara'nın bu ilçesinin “tarihi ipek yolu” güzergâhında yer alması, ipekböcekçiliğinin günümüze yakın bir tarihe kadar devam etmesinde önemli bir rol oynamış. Hatta Nallıhan İğne Oyası 2018 yılında coğrafi işaret tescil belgesi almış. Onun yaşamında bir 'oya'nın peşine düşmenin, gönlünü bağlamanın, sabırla beklemenin özü, Nallıhan oyaları ile çok bağlantılı. Bu şekilde 35-40 yıl içinde bu muhteşem koleksiyon toplanmış.
oyalardaki ibrik motifine dikkat... |
Kadın kendi dünyasındaki tüm yaşananları, duygu ve düşüncelerini 'oya'lar aracılığıyla gerekli kişilere iletir. Sevgi, nefret, karşılıklı/karşılıksız aşk, hasret, gurbet, sevinç, keder, medeni durum ve hatta gebelik, doğum, lohusalık, bekaret gibi en mahrem durumlarını dahi 'oya'larla anlatır. 'Oya'ların sadece şekilleri değil renkleri de bu gizemli dilin bir unsurudur. Bu köklü ve zengin kültürel miras, kadının sesli olarak söyleyemediklerini anlatma biçimidir.
Serginin açılışında yaptığı konuşmada "Aşklarını, karşılıklı/karşılıksız bütün aşklarını... Hasretlerini, kavuşmalarını, dayanışmalarını, çatışmalarını, hepsini oyalara nakşetmişler... Bugünlere kadar gelmiş... Bunları yapanlar, saklayanlar ve bize taşıyanlar en değerlilerimiz." diyen Şadiye Hanım'ın koleksiyonunda neler yok ki !
Sonsuz sevgiyi, mutluluğu, nezaketi anlatan 'gül oya'...
Yeni gelinlerin, evlenmemiş görümceleri için, 'bir an önce evlenip gitsin de ben evin tek kızı kalayım' diye bir niyet ve dua niteliğinde yaptıkları 'menekşe oyalı yazma'...
'Oya'ya dair dörtlükler...
"Başında mor menekşe / Herkes şaştı bu işe / Senin kızın bahtına / Sevdiği oğlan düşe..."
"Yazmayı oyaladım / Örtmeye kıyamadım / Otur yanı başıma / Ben sana doyamadım..."
Aramız çayır çimen gibi huzurlu, ferah, çiçek gibi huzurlu olsun, mesajını veren 'filize oya'...
Aramızdaki soğukluk mezara dek sürecek anlamındaki 'mezartaşı oya'...
Tatsızlığı ve acıyı simgeleyen 'biber oya'yı takarak sessizce, 'evliliğime acı düştü'; hele eğer biberler tamamen kırmızıysa ‘artık dayanılacak gibi değil’ diyen gelinler...
Kayınvalidenin gönlünü yapmanın zorluklarını, yapımı son derece zor olan 'zembil oya' ile anlatan gelinler...
Ama bir de Aydın Patı oyası var ki, her erkek çocuğun çeyizine mutlaka konuyor. Evet yanlış okumadınız, erkek çeyizine... Kız isteme için gönderilen bohçada bu oyadan çıkmazsa, erkek tarafı şansına küsüyor.Sadece kırmızının özel üç tonu kullanılarak yapılan bu oyalara boşuna 'tarla sattıran oya' denmiyor.Yapımı meşakkatli ve yüksek maliyetli olan bu oyaları yapanlar da ona göre bir fiyat biçiyorlar.
Şu güzelliğe bakar mısınız,tarla sattırır mı sattırmaz mı 😄
Tabi bunlar hemen o gün yapılmıyor. Kızın çeyizi hazırlanırken bütün bu olasılıklar düşünülerek tipik oyalar işleniyor ve çeyize konuluyor. Kızcağız da yeri geldikçe takıyor.
'Oya'; iğne, tığ, firkete, çengelli iğne, mekik, şiş ile ya da tezgahta yapılabilir. Dokuma ve iplik üretimi neolitik çağda başlamıştır. İğne 'oya'sının temeli olan ipek, kullanılan malzemelerin başında gelir. İpeğin, ipek böceğinin kozayı örüşünden itibaren elde edilmesi, sarılması, boyanması gibi, özel bir emek gerektiren zor işlerin hepsi oya ritüelinin de parçaları... Bu işler insanların bir araya gelerek kollektif olarak çalışmaları sonucu oluyor.
İpek ile iğnenin ne zaman dans etmeye başladığı net değilse de, 'oya'nın da tekniği olan örgüye ait ilk bulgulara Mısır'ın Memfis şehrindeki kazılarda rastlanmıştır. 'Oya'nın bir halk sanatı olduğu, 12.yüzyılda Anadolu'dan Yunanistan'a, oradan da İtalya yoluyla Avrupa'ya geçtiği görüşü kabul görmektedir.
'Oya' sözcüğünün başka dillerde karşılığının olmayışı çok ilginçtir, iğne oyaları dünya literatüründe ‘‘Turkish Lace / Türk Danteli’’ olarak bilinmektedir. “Oy, oya, uya, oyu” kelimeleri aynı kökten gelen, ağız farkı olan sözlerdir ve dolayısıyla 'oya' Türkçe bir kelimedir. Avrupa dillerinde 'lace' adı verilen dantel örgüler, iki boyutlu yüzey oluşturan tığ, şiş ve iğne ile yapılan düğümsüz ilmekli örgülerdir. Dolayısıyla 'lace' terimi 'oya'nın değil 'dantel'in karşılığıdır. İğne oyası ise düğümlü ilmekle, ince sık örme tekniği ile tek başına takı veya aksesuar olan, giyimi ve eşyayı süsleyen bir zanaatın sanata dönüşen örnekleriyle dantelden çok ileridir.Türk dilinde bir kıza güzelliğin ve zarafetin simgesi olarak 'Oya' adı verilir veya güzelliğin ifadesi için 'oya gibi' benzetmesi yapılır.
'Oya' türkülere, manilere de konu olmuş. Sergideki oyalı yazmaların yanlarındaki kartlarda yazan manilerin çeşitliliği karşısında hayrete düşmemek elde değil. Bunların bir kısmını fotoğraflarda görebilirsiniz.
Her ne kadar kadın baş süslemesinde yoğun olarak kullanılsa da, erkek giyiminde de oya kullanımına rastlanır. Örneğin efe başlığına genç kızlar tarafından işlenen oyalarla süslü poşu bağlanır. Efe başlığındaki oyalar üç katlıdır. Bunlar efenin annesi, kız kardeşi ve eşi (veya nişanlısı, yavuklusu) tarafından yapılmış oyalardır. Oyalar erkek giyiminde yalnız başlıkta değil, para kesesi, mühür kesesi, damat iç göyneği ve mendil kenarında vb. kullanılmıştır.
Özenle yapılan bu oyalı yazma ve tülbentler, muhafaza şekilleriyle çeyiz kültürümüzde farklı bir yere sahiptir. Yörelere göre oyaların cinsine, kullanım amacına, ailenin imkânlarına bağlı olarak tülbent, yazma ve diğer oyalı ürünlerin muhafaza edilme şekilleri de değişmektedir. Kimi yerlerde beyaz işlemeli bohçalar içerisinde, çeyiz sandıklarında, dolaplarda, karton kutuların içerisinde korunurken, bazı yörelerde ise özel olarak yapılan “oya camekânı, yazma sandığı, yemeni sandığı, oya sandığı” gibi isimlerle anılan özel sandıklarda muhafaza edilmektedir. Genellikle ceviz ağacının tercih edildiği bu sandıkların dört yüzeyinin camlı olması ve oyaların buradan görünmesi özellik olarak aranmaktadır.
Oya sandığı |
Boynundaki kolyenin özgün tasarım fikri Şadiye Çetintaş'a ait olup, efe oyası üzerine gümüş kaplama suretiyle özel yapımdır. |
Ayrıca iğne, tığ, firkete gibi örmede kullanılan araca ve tekniğe; yazma, gelin tacı, efe başlığı, yatak takımı, mendil, kese gibi kullanıldığı yere; ana motif tekrarı, ana-ara motif tekrarı, aralıksız sıra halinde tekrar gibi kompozisyon şekillerine göre; geometrik, bitkisel, soyut sembolik, figürlü gibi bezeme tekniklerine göre değişen oya çeşitleriyle ilgili bir çok makale okudum.
Dr.Şadiye Çetintaş'ın, daha önce 2005 yılında İş Sanat'ta "Oyalı da Yazma Başında" türkü şöleninde Prof.Dr.Taciser Onuk Koleksiyonu ile birlikte ilk kez sergilenen oyaları, 2018 yılında da Bursa Merinos Tekstil Sanayi Müzesi'nde Uluslararası İpek Oya Festivali'nde uzun süre sergilenmiş.
💙
Tekrar yazının başındaki soruya dönecek olursak... "Hayatta beni ne heyecanlandırır?" sorusuna, hiç de kolay olmayan yaşanmışlıkların içinden geçerken cevap bulan bir kadın Şadiye Çetintaş... İnsanın pes edeceği noktalara kadar gelip, oyaların o zarif incelikli dünyasına girdiği andan itibaren hayata bir başka bakmaya başlayan bir kadın... Hem mesleki hem de sosyal anlamda oldukça yoğun yıllarda, sabırla, tutkuyla, gayretle peşlerinde adeta iz sürdüğü oyalarıyla gülümsemeye devam etmiş bir kadın...
Küratörlüğünü sevgili Elif Kodaman'ın yaptığı, fotoğraflarda bir kısmını göstermeye çalıştığım sergide, yaşı 2-3 aydan başlayıp 150 yıla kadar uzanan 'oyalı yemeni'leri, yörelerine ve isimlerine göre tasnif edilmiş şekilde görebilirsiniz. Bunun yanında oya yapım aletleri, oyaya dair kitaplar ve eşsiz güzellikte başlıklar da, 19 Ocak 2023 tarihine kadar Göztepe TCDD Kültür ve Sanat'ta...
💙
Müze Shop'un kurucusu, tasarımcı ve iğne oyası araştırmacısı sevgili Gülin Şenyuva'nın Şadiye Çetintaş ile yaptığı çok keyifli bir sohbeti izlemeniz için linki paylaşıyorum.
https://www.instagram.com/tv/CKbcGcTjlty/?igshid=MDJmNzVkMjY%3D
💙
let love rule...