Bu Blogda Ara

12 Ocak 2023 Perşembe

ALTI ÜSTÜ OYA... 'oya'nın peşinde bir ömür...

"Hayatta beni ne heyecanlandırır?" 

Bu soru insanın kendine sorması gereken en önemli soruların başında geliyor. Cevabını keşfedebilmek ise kişinin yaşamı, var oluşu algılamasını, anlamlandırmasını bambaşka bir hale dönüştürüyor. İnsanın bir konuya tutkuyla, adanmışlıkla bağlanması, onun peşinde yedi iklim dört bucak dolaşacak sabra ve motivasyona sahip olması, çok özel bir durum. Bunu herkes bu şekilde yaşamıyor. Kimisi tutkusunun ne olduğunu bildiği halde çeşitli sebeplerle peşinden gidememiş olmanın burukluğunu duyarken, kimisi bunun farkına bile varamadan, bir ömrü hep eksik hep tatsız yaşıyor, arayışı ve o dolmayan boşluk duygusu hiç dinmiyor.

Dr.Şadiye Çetintaş, "Rüzgarda uçuşan yazmalar ve kenarındaki oyalara ne zaman vuruldum hatırlamıyorum", diye başlıyor söze. Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi 1977 mezunu olan Şadiye Hanım, hekim olarak yıllarca kadın sağlığı ve üreme hakları konusunda pek çok projede çalışmış. Hekime bile rahatça anlatamadıkları dertlerini, mahremlerini, oyalarla bu kadar rahat dile getirmelerine, bu gizemli dili bu kadar ustalıkla kullanmalarına tanık olmak onu bir arkeolog gibi ince ince araştırmaya yöneltmiş. "İçine girdikçe hayretim ve hayranlığım arttı. Kadınların ördüğü bu dünyada bambaşka bir zenginlik vardı. İlginç, güçlü tasarım, renk seçimi ve malzeme kullanımı muhteşemdi. Kadının bu zenginliği kendi dünyasının tüm bileşenleri ile yaratması beni meslek olarak da çok etkiledi." diyor.

çikolata,sigara kağıdı ve
deniz kabuklarıyla yapılan oyalar
Bilinçli olarak biriktirmeye başlaması ise 35-40 yılı bulmuş. Okuma, araştırma, fotoğraflama, envanter çalışması ile yemenileri zengin bir koleksiyona dönüşmüş.  2000'i aşkın oyalı yazmanın bir kısmını bu sergide gün yüzüne çıkaran Şadiye Çetintaş, "Bugün yokluktan şikâyet ediyoruz ama buradaki vitrinlerde gördüğünüz gibi kadınlar süngerden, iplikten, artık bezlerden, deniz kabuklarından, kavun çekirdeğinden bile oya yapabilmiş." diye dikkatimi çekti. Yani bugün önemle üzerinde durduğumuz 'sıfır atık' uygulamalarını, Anadolu kadınları çok daha eskilerde yapıyorlarmış.

Çocukluğundan beri bir şeyler toplayan, çiçekleri, renkleri ve doğayı çok seven bir insan Şadiye Hanım. “Ben çok dolaşan biriyim, gençliğimde   çok trekking yapardım. Cuma akşamı işten çıkıp, otobüse binip bir yere gider, Pazar akşamı otobüse biner direkt işe giderdik. Öyle bir tempomuz vardı."

"Ev almadım, oya aldım.”

Bütün Anadolu’yu, 81 ili dolaşırken, oya merakı olduğu için her gittiği yerde dükkânlara girip adres bırakırmış. "Kadınların elleri sıkıştıkça çeyizlerinden bir şeyler sattığını biliyordum. Böyle bir durum olursa beni arayın derdim, birçok insan beni aradı. Bir güven oluşturduktan ve önem verdiğinizi anlamalarından sonra oradan buradan sizi buluyorlar. Ayrıca Ege’de İzmir’de yaşayan bir arkadaşımla Tire, Ödemiş, Aydın pazarları gibi çok pazar gezdik." Oyaların emin ellerde olduğunu ve değerinin bilineceğini bilerek göndermişler. 

Nallıhan, Şadiye Hanım'ın oya serüveninde çok önemli bir yere sahip. Ankara'nın bu ilçesinin “tarihi ipek yolu” güzergâhında yer alması, ipekböcekçiliğinin günümüze yakın bir tarihe kadar devam etmesinde önemli bir rol oynamış. Hatta Nallıhan İğne Oyası 2018 yılında coğrafi işaret tescil belgesi almış. Onun yaşamında bir 'oya'nın peşine düşmenin, gönlünü bağlamanın, sabırla beklemenin özü, Nallıhan oyaları ile çok bağlantılı. Bu şekilde 35-40 yıl içinde bu muhteşem koleksiyon toplanmış.  

Sergide şimdilik sadece kendisinde bulunan 3 tane oya bulunuyor. 
"Üçünü de oya koleksiyoncusundan 
antikacısına birçok arkadaş gördü. Yöresini ve ismini tam olarak bilemedik ama İstanbul ya da Balkanlar yöresinden olduğuna yönelik tahminlerimiz var. Ben birine buket, birine atom ismini verdim. Onlar benim için de, oya grubu için de çok büyük önem arz ediyor, çünkü başka yok” diyor.

oyalardaki ibrik motifine dikkat...
'Oya' süslemek ve süslenmek gereksinimiyle oluşturulan, tekniği 'üç boyutlu örgü' olan bir el sanatıdır. Ancak sadece teknik bir tanımla yetinmek 'oya'ya büyük haksızlık olur. Bu sabır ve emek yoğun teknik, ince, zarif ve gizemli bir dildir. Günümüzde bile rastlanan 'gelinin sesinin duyulmaması', kadının yaratıcılığını şahlandırmış ve böylece sessiz bir dil, eşsiz bir halk sanatı doğmuştur. Türk iğne oyaları stilize motifleriyle eşsiz bir zarafete sahiptir. Doğadaki çiçeklerin birçok çeşidini kendilerine model olarak alan üç boyutlu oyalar, çift iğne de denilen sık düğüm örgülü, dalı, yaprağı, çiçeği, tomurcuğu hatta meyvesi olan iğne oyalarıdır. Genellikle ipek üretimi yapılan yörelerde ipek iplikle örülüp, örgü içinde yürütülen at kılı ile üç boyutlu şekillendirilir.

Kadın kendi dünyasındaki tüm yaşananları, duygu ve düşüncelerini 'oya'lar aracılığıyla gerekli kişilere iletir. Sevgi, nefret, karşılıklı/karşılıksız aşk, hasret, gurbet, sevinç, keder, medeni durum ve hatta gebelik, doğum, lohusalık, bekaret gibi en mahrem durumlarını dahi 'oya'larla anlatır. 'Oya'ların sadece şekilleri değil renkleri de bu gizemli dilin bir unsurudur. Bu köklü ve zengin kültürel miras, kadının sesli olarak söyleyemediklerini anlatma biçimidir. 

Serginin açılışında yaptığı konuşmada "Aşklarını, karşılıklı/karşılıksız bütün aşklarını... Hasretlerini, kavuşmalarını, dayanışmalarını, çatışmalarını, hepsini oyalara nakşetmişler... Bugünlere kadar gelmiş... Bunları yapanlar, saklayanlar ve bize taşıyanlar en değerlilerimiz." diyen Şadiye Hanım'ın koleksiyonunda neler yok ki !




Bebek bekleyen yeni gelinlerin müjdeyi 'elma çiçeği oyası' ile vermeleri... "ultrasonla müjde verecek hali yok, elma oyası işlemeli yazmasını takmış, çıkmış ortaya salınmış. Kocasından komşusuna kadar herkes onun hamile olduğunu öğrenmiş böylece." 

Sonsuz sevgiyi, mutluluğu, nezaketi anlatan 'gül oya'...

Yeni gelinlerin, evlenmemiş görümceleri için, 'bir an önce evlenip gitsin de ben evin tek kızı kalayım' diye bir niyet ve dua niteliğinde yaptıkları 'menekşe oyalı yazma'... 

'Oya'ya dair dörtlükler...

"Başında mor menekşe / Herkes şaştı bu işe / Senin kızın bahtına / Sevdiği oğlan düşe..."

"Yazmayı oyaladım / Örtmeye kıyamadım / Otur yanı başıma / Ben sana doyamadım..."








Aramız çayır çimen gibi huzurlu, ferah, çiçek gibi huzurlu olsun, mesajını veren 'filize oya'...

Aramızdaki soğukluk mezara dek sürecek anlamındaki 'mezartaşı oya'...

Tatsızlığı ve acıyı simgeleyen 'biber oya'yı takarak sessizce, 'evliliğime acı düştü'; hele eğer biberler tamamen kırmızıysa ‘artık dayanılacak gibi değil’ diyen gelinler... 

Kayınvalidenin gönlünü yapmanın zorluklarını, yapımı son derece zor olan 'zembil oya' ile anlatan gelinler...




Ama bir de Aydın Patı oyası var ki, her erkek çocuğun çeyizine mutlaka konuyor. Evet yanlış okumadınız, erkek çeyizine... Kız isteme için gönderilen bohçada bu oyadan çıkmazsa, erkek tarafı şansına küsüyor.Sadece kırmızının özel üç tonu kullanılarak yapılan bu oyalara boşuna 'tarla sattıran oya' denmiyor.Yapımı meşakkatli ve yüksek maliyetli olan bu oyaları yapanlar da ona göre bir fiyat biçiyorlar. 

Şu güzelliğe bakar mısınız,tarla sattırır mı sattırmaz mı 😄        


Tabi bunlar hemen o gün yapılmıyor. Kızın çeyizi hazırlanırken bütün bu olasılıklar düşünülerek tipik oyalar işleniyor ve çeyize konuluyor. Kızcağız da yeri geldikçe takıyor.

'Oya'; iğne, tığ, firkete, çengelli iğne, mekik, şiş ile ya da tezgahta yapılabilir. Dokuma ve iplik üretimi neolitik çağda başlamıştır. İğne 'oya'sının temeli olan ipek, kullanılan malzemelerin başında gelir. İpeğin, ipek böceğinin kozayı örüşünden itibaren elde edilmesi, sarılması, boyanması gibi, özel bir emek gerektiren zor işlerin hepsi oya ritüelinin de parçaları... Bu işler insanların bir araya gelerek kollektif olarak çalışmaları sonucu oluyor.  

İpek ile iğnenin ne zaman dans etmeye başladığı net değilse de, 'oya'nın da tekniği olan örgüye ait ilk bulgulara Mısır'ın Memfis şehrindeki kazılarda rastlanmıştır. 'Oya'nın bir halk sanatı olduğu, 12.yüzyılda Anadolu'dan Yunanistan'a, oradan da İtalya yoluyla Avrupa'ya geçtiği görüşü kabul görmektedir. 

'Oya' sözcüğünün başka dillerde karşılığının olmayışı çok ilginçtir, iğne oyaları dünya literatüründe ‘‘Turkish Lace / Türk Danteli’’ olarak bilinmektedir. “Oy, oya, uya, oyu” kelimeleri aynı kökten gelen, ağız farkı olan sözlerdir ve dolayısıyla 'oya' Türkçe bir kelimedir. Avrupa dillerinde 'lace' adı verilen dantel örgüler, iki boyutlu yüzey oluşturan tığ, şiş ve iğne ile yapılan düğümsüz ilmekli örgülerdir. Dolayısıyla 'lace' terimi 'oya'nın değil 'dantel'in karşılığıdır. İğne oyası ise düğümlü ilmekle, ince sık örme tekniği ile tek başına takı veya aksesuar olan, giyimi ve eşyayı süsleyen bir zanaatın sanata dönüşen örnekleriyle dantelden çok ileridir.


Kenan Özbel 'oya' örücülüğü etiğini "Oya ve Oya Çeşitleri" kitabında şöyle yazar: "Motif, bulanın malıdır. Sahibinin rızası olmadan başkaları tarafından taklit edilmez. Müsaadesiz kopya edenlere iyi gözle bakılmaz ve bu gibilere hırsız muamelesi yapılır."  
Sn Kenan Özbel 1940larda yazdığı
bu kitapta, etik konusunda noktayı koymuş...

Mudurnu gelin fesi



Türk dilinde bir kıza güzelliğin ve zarafetin simgesi olarak 'Oya' adı verilir veya güzelliğin ifadesi için 'oya gibi' benzetmesi yapılır. 

 'Oya' türkülere, manilere de konu olmuş. Sergideki oyalı yazmaların yanlarındaki kartlarda yazan manilerin çeşitliliği karşısında hayrete düşmemek elde değil. Bunların bir kısmını fotoğraflarda görebilirsiniz.

Her ne kadar kadın baş süslemesinde yoğun olarak kullanılsa da, erkek giyiminde de oya kullanımına rastlanır. Örneğin efe başlığına genç kızlar tarafından işlenen oyalarla süslü poşu bağlanır. Efe başlığındaki oyalar üç katlıdır. Bunlar efenin annesi, kız kardeşi ve eşi (veya nişanlısı, yavuklusu) tarafından yapılmış oyalardır. Oyalar erkek giyiminde yalnız başlıkta değil, para kesesi, mühür kesesi, damat iç göyneği ve mendil kenarında vb. kullanılmıştır.

Özenle yapılan bu oyalı yazma ve tülbentler, muhafaza şekilleriyle çeyiz kültürümüzde farklı bir yere sahiptir. Yörelere göre oyaların cinsine, kullanım amacına, ailenin imkânlarına bağlı olarak tülbent, yazma ve diğer oyalı ürünlerin muhafaza edilme şekilleri de değişmektedir. Kimi yerlerde beyaz işlemeli bohçalar içerisinde, çeyiz sandıklarında, dolaplarda, karton kutuların içerisinde korunurken, bazı yörelerde ise özel olarak yapılan “oya camekânı, yazma sandığı, yemeni sandığı, oya sandığı” gibi isimlerle anılan özel sandıklarda muhafaza edilmektedir. Genellikle ceviz ağacının tercih edildiği bu sandıkların dört yüzeyinin camlı olması ve oyaların buradan görünmesi özellik olarak aranmaktadır.

Oya sandığı

Boynundaki kolyenin özgün tasarım fikri 
Şadiye Çetintaş'a ait olup,
efe oyası üzerine gümüş kaplama
suretiyle özel yapımdır.
Şadiye Çetintaş ile yaptığımız sohbetten öğrendiklerimi bu yazımda, onun cümleleriyle aktarırken, bir yandan da sergi için hazırlanan bilgilendirme metinlerinden ve bir de gazete röportajından yararlandım.

Ayrıca iğne, tığ, firkete gibi örmede kullanılan araca ve tekniğe; yazma, gelin tacı, efe başlığı, yatak takımı, mendil, kese gibi kullanıldığı yere; ana motif tekrarı, ana-ara motif tekrarı, aralıksız sıra halinde tekrar gibi kompozisyon şekillerine göre; geometrik, bitkisel, soyut sembolik, figürlü gibi bezeme tekniklerine göre değişen oya çeşitleriyle ilgili bir çok makale okudum.

Dr.Şadiye Çetintaş'ın, daha önce 2005 yılında İş Sanat'ta "Oyalı da Yazma Başında" türkü şöleninde Prof.Dr.Taciser Onuk Koleksiyonu ile birlikte ilk kez sergilenen oyaları, 2018 yılında da Bursa Merinos Tekstil Sanayi Müzesi'nde Uluslararası İpek Oya Festivali'nde uzun süre sergilenmiş.

💙

Tekrar yazının başındaki soruya dönecek olursak... "Hayatta beni ne heyecanlandırır?" sorusuna, hiç de kolay olmayan yaşanmışlıkların içinden geçerken cevap bulan bir kadın Şadiye Çetintaş... İnsanın pes edeceği noktalara kadar gelip, oyaların o zarif incelikli dünyasına girdiği andan itibaren hayata bir başka bakmaya başlayan bir kadın... Hem mesleki hem de sosyal anlamda oldukça yoğun yıllarda, sabırla, tutkuyla, gayretle peşlerinde adeta iz sürdüğü oyalarıyla gülümsemeye devam etmiş bir kadın... 

Küratörlüğünü sevgili Elif Kodaman'ın yaptığı, fotoğraflarda bir kısmını göstermeye çalıştığım sergide, yaşı 2-3 aydan başlayıp 150 yıla kadar uzanan 'oyalı yemeni'leri, yörelerine ve isimlerine göre tasnif edilmiş şekilde görebilirsiniz. Bunun yanında oya yapım aletleri, oyaya dair kitaplar ve eşsiz güzellikte başlıklar da, 19 Ocak 2023 tarihine kadar Göztepe TCDD Kültür ve Sanat'ta... 


💙

Müze Shop'un kurucusu, tasarımcı ve iğne oyası araştırmacısı sevgili Gülin Şenyuva'nın Şadiye Çetintaş ile yaptığı çok keyifli bir sohbeti izlemeniz için linki paylaşıyorum.

https://www.instagram.com/tv/CKbcGcTjlty/?igshid=MDJmNzVkMjY%3D

💙

let love rule...





16 yorum:

  1. Harika bir yazı, içim pır pır oldu, tekrar buluşturduğun arşiv niteliğindeki bu paylaşım için teşekkürler.
    Sevgili Şadiye Çetintaş ne mutlu size🌺
    Ve o güzel eller hayatınız Oyalarınız gibi güzel geçmiştir umarım, gidenlere rahmet kalanlara sağlıklı uzun ömürler dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. beğendiğine çok sevindim... böyle adanmışlıkla yapılan işlerin hakkının verilmesi gerektiğini düşünüyorum... pazartesi günkü açılıştan bu yana bambaşka bir yolculuk oldu bana da bu yazıyı hazırlamak...

      Sil
  2. Güzel işlerde buluşalım böyle, dünya yaşanası aslında🙏

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Irem emeğinize,kaleminize sağlık. Teşekürler 😍

    YanıtlaSil
  4. Nihal şehsuvaroğlu13 Ocak 2023 13:24

    Oya ları mutlaka görmeye gideceğim. Renkler birbirinden güzel ve değerli , hikayeleri birbirinden özel ve duygulu ve İrem cim senin anlatımınla çok daha güzelleşmiş oyalar . Kalemine sağlık 💕💕

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim... uzun uzun anlattım ama inan görmesi çok daha farklı... 🙏💙

      Sil
  5. Harika bir yazı. Çocukluğuma gittim. Benim ailemde de ayrı bir yeri vardır oyaların. Annemin anneannesi kendi icat ettiği oyası ile nam salmıştır. Tüm torunlarına o oyadan yazma, örtü vs yapıp vermiştir. Mersin'de otururken anneme de bir teyze ipe dizili oyalar ve örtüler getirirdi. Annem o oyalarla örtüleri tek tek iğne oyasıyla birleştirirdi. Ben de çocuk halimle artan olursa kendime küpe, kolye, aksesuar yapardım. Ah bir oya müzesi olsa şöyle her ilde, Türk oyalarına yakışır şekilde, dünya çapında diye aklımdan geçirdim. Etnografya müzelerine sıkışmış durumda.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yazıyı beğendiğinize sevindim, teşekkür ederim🙏💙 oyaya sizin gibi yakından aşina olan gözler, çok başka bakıyor elbette... paylaştığınız için teşekkürler...

      Sil
  6. Gezdim ve hayran kaldım, o oyalara eli değen herkesi kutlamak gerek bizim de görmemize vesile olan herkese teşekkürler

    YanıtlaSil
  7. İrem acaba babanın adı Ender Canıtezmi Yazında çok güzel t eğrilik ediyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğendiğinize sevindim… hayır tanımıyorum o isimde birini🤷‍♀️

      Sil
  8. İrem'cim; çok zengin, renkli, zarif, duygu ve tekniğin içiçe geçtiği, özel bir dünyanın kapılarını açtın yine... Oya gibi ince ince işlediğin yazın, fotoğraflar, sergi izlenimleri, herbir çok değerli... internet ağında sonsuza dek yaşsın 🫶🏼

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, yazılan yorumları blogger bana mail olarak iletmediği için ancak şimdi gördüm, gerçekten üzgünüm, ilginize teşekkür ediyorum. Beğendiğinize çok sevindim. Yorumunuz "Adsız" olarak çıkmış, bu güzel satırları kimin yazdığını sormak isterim :)

      Sil