Mardin’e ilk gelişimin Masalcılar Buluşması’na rast
gelmesini özellikle istemiştim; zira bu şehir masallarla birlikte girmişti
dünyama...
Mardin Müzesi çok büyük gayret ve güzel niyetler ile
hazırlandı bu etkinlik için... Bu yıl ikincisi düzenlenen buluşmanın teması
Hakikat Kapısı idi...
Aylar önceydi...
Haziran ayında Judith Malika Liberman’ın
masal sohbetlerine gitmiştim...
Masallar etrafında dört gün saatlerce konuştuk, sorular
sorduk, cevaplara güldük, düşündük...
Ayrılırken yanına gittim...
Aynı anda “İyi ki geldim / İyi ki geldin” dedik
Sonra “Kimsin...” dedi
“Hakikati arıyorum, masallarda saklı olduğunu biliyorum...”
dedim...
Hakikatin peşinde ipuçlarını izlerken karşıma Hakikat
Kapısı’nın çıkmasını bekliyor muydum,
karşıma çıkanla yüzleşebilecek miydim,
yıldırım olup göğe yükselecek miydim,
gördüklerime
dayanamayıp aynayı kıracak mıydım,
aynayla birlikte bin parçaya dağılacak mıydım,
dağılmış her bir parçamı toplayıp yeni bir titreşimde
yeniden kendimle buluşacak mıydım,
yoksa nihayet kayıp parçamı bulacak mıydım...
O gün kendime bu kadar çok soru sorsaydım, yerimden
kıpırdayamazdım herhalde😊 Oysa işte şimdi Artuklu Üniversitesi, Atatürk
Kültür Merkezi’nde açılış gecesindeydim...
Salona girişte beni müzecilik fuarı
standından tanıdığım Sadullah karşıladı....
Hatırladın mı diye sorduğumda
gülümsemesiyle en içten cevabı verdi...
Canan Budak birkaç sıra önümde oturuyordu...
Zahit Mungan "yoğunluktan görüşemiyoruz hocam, size mutlaka atölyemi
göstereceğim" dedi iki nefes arasında...
Herkes yerlerini aldığında salon
karardı ve perdede Masalcılar Buluşması tanıtım filmi başladı... Açılıştan on
gün önce Mardin Müzesi facebook sayfasında paylaştığında, hiç tereddütsüz kimin tarafından yapıldığını anladığım tanıtım filmini izledim...
Çektiği fotoğraf ve videolarda görselliğin dışında
adlandıramadığım birşeyler olan biri...
Güzel, hüzünlü, büyülü vs gibi
tanımlamalarla kısıtlamak istemiyorum.
Çok özgün bir bakış, baktığı yerde olanı
değil de olanın duygusunu bulup yansıtan bir göz: Amar Kılıç...
Sonra salon aydınlanırken bir kuş sesi doldurdu kulakları...
Masal Anası Deniz (Soruklu Evren) elindeki kuş düdüğü öttürerek sahneye
yürüyordu... Açılış konuşmasının ardından Türkçe, Arapça, Kürtçe, Süryanice,
Ermenice, Kazakça, İngilizce, Zazaca, Lazca anlatımlar, masallar, şarkılar ve
hatta ninniler ile dalgalanıp dalgalanıp durulduk...
İnsanın yüreğine hitap edenin dil değil, yayılan yansıyan
duygular olduğunu gördük... Beni en çok etkileyen an, Mihayel Akyüz’ün masalını
anlatmak için eline mikrofonu aldığında, “sanırım salonda benden başka
Süryanice bilen yok” demesi oldu.... Birinin “istersen Türkçe anlat” önerisine
cevap vermeden Süryanice devam ederek masalını anlatıp bitirmesi ve üstüne tüm
masalın bir de Türkçesini anlatması...
Ayakta alkışlamak istedim, o derece beğendim anlatımını...
Sonraki günlerde otuz masalcı Mardin’e dağılarak kah
okullarda,
kah müzede, kah evlerin damlarında,
kah üniversite salonlarında, kah
kafelerde,
kah avluda, kah kışlada masallarını anlattılar,
hakikati dünyaya yayma niyetiyle...
Hakikat Kapısı’yla kimler yüzleşti...
kim ne gördü, kendini
mi birbirini mi...
bunu ben bilmem...
Mardin bilir...
Mardin herşeyi ama herşeyi gördü çünkü...
Benim en keyif aldığım etkinliklerden biri akşamüzeri Sinek
Cafe’nin terasında gerçekleşen Sezai Sarıoğlu şiir sohbetiydi...
Kendisini sadece fotoğraflardan tanırken, geçen Haziran
ayında Haydarpaşa tren garında, Kadıköy Kitap Günleri kapsamındaki imza gününde
karşılaşmıştık...
Bazı ruhların her hayatta yakın durması kaçınılmazdır, bizim
tanışıklığımız da o türdendi...
İlerleyen günlerde hep çok güzel anlarda bir
araya geldik... Ataşehir parkında ıhlamur kokulu bir sohbet en güzel
olanıydı... Ihlamur festivalinde, ceviz ağacının altında bize harika şiirler okumuştu...
Her seferinde “Ekim’de Mardin’de, değil mi” diyerek vedalaştık...
Bu
akşamüzeri sakin bir kafenin terasında, bambu koltuklarımızda oturmuş, bu
“delikan”dan şiirler dinlemekteydik işte... O terasta mevcut tüm zihinleri,
duyguları Mardin günbatımının huzurunda buluşturan sesiyle anlattı bize...
“sen yenisin galiba; sözcüklerin akşamdan kalma
dünyada kendini yaşayacağın içten bir köşe yok
omzunda eskimiş kuşlar, dilinde radikal bir rüzgar
gülcü çocuk, hayallerinde cimrisin, diyor sana
sen yenisin galiba; ürkekliğin yabansı ve yabancı
cümle kurmakta gecikiyorsun, harflerin serçe
sen yenisin galiba; âşığa bağdat soruyorsun”
Masalcılar Buluşması’nın bir başka özel günü ise Marangozlar
Kahvesi’nde yaşandı.... Bu mekanı ilk günümden itibaren çok sevdiğimi yazmıştım
önceki kısımlarda... Bugünse burada yol masalları ve Şahmaran anlatılacaktı...
Masal Anası Deniz (Soruklu Evren) ve Tacettin “Ebuburak” Toparlı...
Ben
Şahmaran’ın peşinde, dönüşümün eşiğinde iken, bu ikili, hayatımdaki Mardin
kapısını açan kişilerdir...
Deniz nisan sonundaki buluşmamızda bana 2016 yılı
ilk Mardin Masalcılar Buluşması’nda, Simurg’u bu mekanda nasıl anlattığını
adeta canlandırarak aktarmıştı...
O gün ‘ikincisi beraber olsun’ niyetini
yüreğime koymuştum... Ebuburak ise camaltı Şahmaran çalışmalarıyla ışık
gönderdi yoluma...
Bu iki yoldaş yaz sonuna doğru yine bir gün Marangozlar
Kahvesi’nden Mezopotamya’ya bakarken “yol”un çağrısını duydular ve davete bin
cân ile icabet ettiler...
Eylül ayında Antakya’dan yola revan olarak, 25 gün içinde,
Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa yollarında 500 kilometreyi yürüyerek, evet
bildiğiniz adım adım yürüyerek Mardin’e vardılar...
Yol boyunca masallar
anlattılar, anlattıklarından fazlasını dinlediler... Bazen sıcaktan erimiş
asfaltta bazen taşlı tozlu patikada adımlarının ritmik sesi ile kendilerine
yüreklerine yürüdüler...
Sonunda Mezopotamya’dan geri yukarı tırmanırken karşılarında
yükselen kadim kente bir kez daha âşık oldular ve yol kararını aldıkları
Marangozlar Kahvesi’nden Mardin’e giriş yaptılar...
İşte Deniz bugün burada bizlere, konuşurken çınlayan sesi ve
kendine has üslubuyla bu yoldan
hikayeler anlattı....Yol hikayesi çok olur; sanırım bugün bizim nasibimize düşenler, dinleyicilerle birlikte mekanda oluşan atmosfer sonucu onun dışa vurdukları idi...
Aynı yolu, aynı anda, aynı sürede alan iki apayrı insanın,
aynı hikayeleri, karşılıklı boşlukları kendi bakış açılarıyla tamamlayarak
birlikte anlatmaları çok güzeldi...
Bu “yol” onların gönüllerinde demlendikçe
daha pek çoğunu dinleyeceğiz...
İki kişi “yola çıkar”, dünya değişir...
Sonra sıra Ebuburak’ın Şahmaran efsanesini anlatmasına
geldi...
Baharda ahşap baskı atölyesinde hazırlayıp haziran ayında
sergilenen gül bahçesi içindeki Şahmaran örtüm bu anlatım sırasında masanın
üzerindeydi... Kendi masalını dinlemek kimbilir nasıl bir duyguydu merak
ediyorum...
Şahmaran anlatmazdı ama hissettirirdi, bu da onun gizemlerinden
biriydi...
Yine de sanırım memnun olmuş olacak ki, Ebuburak’ın ardından
bir de Kemal Kahraman’dan efsanenin farklı bir yorumunu, bu sefer hikayesini
anlatan şiirler ve bestelenmiş melodiler eşliğinde dinlemek istedi... Metin
Kahraman’ın gitarı Şahmaran şiirlerine eşlik ediyordu...
Güneş yeniden devrini tamamlamış batıdan kaybolmuşken, doğudan ekim ayının dolunayı yükseliyordu... Kahvenin diğer ucunda terasta oturan siyah-beyaz çizgili birine dolunayı çeker misin mesajı gönderdiysem de görmedi, oysa kamera erbabı olan kendisiydi...
Kahvede Mezopotamya'ya bakan diğer tarafa geçerek, beceriksizce olsa da kendim çektim dolunayı, Mezopotamya’yı ve Şahmaran’ı nefes almadan dinleyen insanları...
Mardin hakkında duyduğum en güzel tanım, bitmeyen şehir
olmasıydı...
Bunu ilk bölüme de bu ismi koyarak söylemiştim zaten...
Gittim döndüm yazıyorum, ama hala bitiremiyorum... bitmesin de...
Beni uğurlarken "bence çok geçmeden tekrar geleceksin" diyen insanlara,
döndükten sonra yenileri eklendi...
Tek kelime etmediğim halde, içimde zaman zaman artan özlemin basıncını adeta bir barometre gibi hisseden,
"Senin burda evin olduğunu unutma" diye tam zamanında yetişen hatırlatan dostlar var şimdi...
Aradığım kitabı, "dur ben sana onu bulacam" diyen biri...
Bazen içimden geçeni duymuş gibi, şehre çıkan yolda arabayla giderken video çekip paylaşanlar...
Başından sonuna kadar adım adım 1.Cadde'den, Zinciriye'den, Mor Gabriel'den, Atilla Çay Parkı'ndan canlı yayın yapıp orada hissettiren insanlar...
Mardin'den gelip Taksim Meydanı'nda bir telkari standında karşıma çıkan, hiç aklımda yokken bana masal anlattıran, dinlerken durup durup "ne güzel" diye mırıldanan; soğuk ve morali bozuk bir sabahta "geç otur çay alıp geliyorum hemen" diyen, simit-çay-hayat konuştuğum bir arkadaşım var...
Gün geçmiyor ki, bana yeni bir fikir, yeni bir ilham vermesin...
Ah Şahmaran...
Bugün olan ve yarın olacak olan herşeyin içindesin...
Başka bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatansın...
Beni aldın sardın, başka nerelere götüreceksin merakla,
sevgiyle, heyecanla, her anını gönüllü yaşıyorum...
Mardin'e gideli bugün tam 10 hafta oldu... (10.12.2017)
Aradan iki yeni ay ve iki dolunay geçti...
Bu 6 bölümlük yazıyı döndükten kısa bir süre sonra yazıp bitirdim,
ancak hafta hafta, bölüm bölüm yayınlamak daha iyi geldi...
Bu 10 hafta içinde değişen şeyler olsa da, o gün o duygularla yazdıklarımı değiştirmeyi düşünmedim...
Belli başlı birkaç şey dışında kimseye yaşadıklarımı, düşüncelerimi, duygularımı, bendeki yansımalarını anlatmadım;
bu yazdıklarımdan okusunlar, öyle duysunlar istedim...
Herşeyi anlatabildim mi; hayır, olduğu kadar...
Zaten 1001 gece de geçse, tamamlanmayacak bir zincirleme masal tamlaması bu yaşananlar...
Zaman içinde olgunlaşarak su yüzüne çıkacak...
Şahmaran ve Mardin nasıl tezahür etmek istiyorlarsa o şekilde beni yönlendiriyor...
Bir gün bir Şahmaran levha oluyor, başka bir gün güllerin arasında Şahmaran'ın ülkesi, belki bir cami minaresi, belki gökyüzüne salınmış turnaların kanat sesi, belki kehribar renkli o kadim şehrin kalesi...
Vakit tamam olduğunda, hayaller görünür hale gelecek,
ben yine anlatacağım, yeni bir dille paylaşacağım...
Refik Durbaş'ın bu şiirinin son mısrasını, Mardin'de Zinciriye'den çıkıp 1.Cadde'nin üst paraleli boyunca yürürken, bir pankarta yazılıp duvara asılmış olarak görmüştüm...
Benim yazarak bitiremediğim duygularımı, en sade ve en derin şekilde ifade etmiş...
Dicle ile Mardin’in Kardeşliğine Şiir
Dağ konuşur bulutla
Rüzgâr üstüne...
- Biz adaş değil miyiz?
Vadi konuşur ovayla
Bereket üstüne
- Biz kardeş değil miyiz?
Dicle konuşur dağ ve rüzgârla
Mardin üstüne
- Biz arkadaş değil miyiz?
Şair, sen kiminle konuşursun
Mardin yoldaşın değilse?
Refik Durbaş
💜
Let love rule...