Bu Blogda Ara

3 Aralık 2017 Pazar

MARDİN... V.Bölüm...



Ağustos ayı başında gazetede bir haber dikkatimi çekti; Mardin Derik’te bir genç, köyündeki minik atölyesinde engelli hayvanlar için protez ve yürüteç yapıyordu...
Hasan & Yağmur 
Yanında güleryüzlü sıpasıyla (evet gerçekten gülümsüyor) ekrandan bana bakıyordu... Instagramda baktım, böyle biri gerçekten de vardı... Zaten o hafta içinde yerli ve yabancı bir çok kaynak ondan bahseder ve haber yapar olmuştu...

Ağustos sonuna doğru paylaştığı bir fotoğrafa yazdığım yoruma cevaben yazdığı merhaba ile başladı sohbetimiz...
Ve hiç karşılaşmadığım 22 yaşında bir gençten duyduğum “Mardin’de her zaman kapımız açık size” sözüyle yola çıkıp, ismini ilk duyduğumdan tam iki ay sonra, Mardin’in ovaya geniş açı bakan mekanlarından Seyr-i Merdin’de buluştuk Hasan ile...



Hafta boyunca karşılıklı zamanlarımızı ayarladık ve çocuğum kalktı Derik’ten 75km yol geldi otobüsle. Seyr-i Merdin’in en yüksek terasında, karşımızda Mezopotamya, yanımızda Ulu camiin minaresi ve arkamızda kadim Mardin kalesi...


Hasan’ın çocukluğu, gördüğü her malzemede, çöp denip fırlatıp atılan şeylerde, işlevinin ötesinde faydalar görerek, eline alıp dönüştürerek geçmiş...
Ailesi ona hiç “oğlum icat çıkarma şimdi” dememiş olmalı ki, Hasan’daki bu azim hiç sönmemiş...





Olay sadece engelli hayvanları yürütme gayreti değil zaten, insana doğaya hayata bambaşka bir sevgi frekansıyla yaklaşmak...
Sadece yaptığı aletlerle değil, sevgisinin gücüyle şifa verebilir hale gelmek...
Yıllar önce ‘ben senden hoşlanıyorum’ diyen o tatlı kıza, ‘ne hoşlanması yahu, ben daha dünyayı kurtaracam’ diyen bir garip oğul...

Yağmurlu bir gecede rastladığı eşek ile yeni
doğan sıpasını anlattı bana... İsmini Yağmur koyduğu sıpanın annesi doğumdan kısa bir süre sonra ölünce neler olduğunu, onun annesizliğe alışması için nasıl uğraştığını...
Üniversite planlarını, ne tarz bir veteriner olmak istediğini anlattı...

Çok yakın zamanda Turkcell’in Hasan Kızıl’a dair haberleri duyması ve tanışarak katkıda bulunmak istemesiyle hayatında yeni bir sayfa açılmış.... Ekip Mardin’e gelmiş, atölyesinde zaman geçirmişler... 3D yazıcı ve bilgisayar hediye ederek Hasan’ın çabalarını desteklemişler... Ayrıca nasıl kullanması gerektiğini, menüleri ve cihaz bakımını, hangi ortamlarda hangi uygulamaları kullanarak tasarım yapabileceği konusunda bilgilendirmelerde bulunmuşlar... Eğitim ekim ayı içinde İstanbul’da da devam etti... Bu ziyarette yaptıklarını hazırladıkları bir kısa film ile 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü’nde paylaştı Turkcell... 


Hasan Kızıl... Hayat Tamircisi...


O gün 40°44’ doğu meridyenleri, 37°19’ kuzey paralellerinin kesiştiği yerde, görünüşte oturduğumuz masada, gerçekte ise geçmiş ile geleceği birleştiren o noktada hayaller ve umutlarla gökyüzünde süzülür gibi geçen birkaç saat...
Yolun bahtın alnın hep açık olsun Hasan...



💜

Ben bu şehre gelmeden önceki zamanlarda farklı kişilerle aramda geçen bazı dialoglardan satırlar şöyleydi...

-Mardin’e geliyorum
-Kaç günlüğüne?
-Bir hafta
-Oo Mardin için çok iyi süre

.........

-Uçak biletimi aldım
-Kaç gün kalırsın?
-Bir hafta
-Bir hafta mı, sıkılmayasın?

İnsanın turist hali şekil 1.a 😊 (Midyat)

Bunları söyleyenler Mardin’de yaşayanlar üstelik...
İnsanlar buraya gelince n'apıyorlar ki? Ateş almaya gelmiş gibi bi kapıdan uğrayıp, üçbeş sıradışı egzotik fotoğraf, bu mu ?
Yine o da hiç yoktan iyi, bir kişi üç kişiye anlatsa hesabı...
Yani bir bakıma “insanın turist hali”...



Bu konuda hiç beklemediğim bir yerden gelen yorumu buraya almak isterim...
İnsanın turist hali şekil 1.b 😉 (Zinciriye)

“Sorumluluk almadan ve tüketiyor olmayı aşan sahici bir ilişki kurmaksızın, insanların, manzaraların, köylerin, şehirlerin önünden, bir dekorun önünden geçer gibi geçilip gidiliyor olması...”

Tam da anlatmak istediğim duyguyu ifade eden kelimeler bunlar...
Bir haftanın Mardin için uzun bir süre olup olmaması, sıkılıp sıkılmayacağım, şehre bakışımla, şehri yaşamak istememle ilgiliydi... İnsanın turist hali için fazla olabilecek bir süre, tüketmeden sahici bir ilişki kurmak isteyen biri için yetersiz bile kalabiliyor...

Deyrulzafaran Manastırı
Büyülü, şiirsel, masalsı, gizemli bir şehir tanımları bana kısıtlayıcı geliyor... Mardin bunlardan çok daha derin bir yaşanmışlığın eseri...
2+2nin 4ten çook daha fazla ettiği bir toprak... İçinde yaşayan herkesin toplamından çok daha yüce bir yer...
Bin yıllarca kan, hırs ve kin dolu savaşlar gören bu topraklardan, böylesine gözle görülür, ruhen hissedilir şekilde sevgi tütüyor olmasına bir sıfat bir tanım bulamıyorum...

Büyülü bir şehir mi sorusunun cevabı, evet olağanüstü büyülü bir şehir...
Ve bence, İstanbul ne kadar büyülüyse Mardin de o kadar büyülü bir şehir... İstanbul'da yaşayıp şehrin sıkıntısını çekenlere ne kadar büyülüyse İstanbul...

Büyülü şehir, masal şehri tanımları bana turistik sıfatlar gibi geliyor çünkü... Turist olarak gelen o şehri solur, büyülenir ve o etkiden uzun süre kurtulamaz... Peki ya "o şehirde yaşayanlar" ?
Onun büyüsü yaşamı kolaylaştırıyor mu, asıl soru bu... Ben bu sorunun cevabına talibim, zor ve güzel yönleriyle... Acısına, kederine, sıkıntısına gözlerimi kapatıp başımı çevirmeden... 

📷Hilal Yaşlı

Mezopotamya’ya yağan karın muhteşem manzarası, kaleye çıkan yokuşlardaki ara sokaklardan birinde yaşayan bir ailenin hayatını kolaylaştırır mı...
Bir şehri yaşamak ile bir şehirde yaşamak aynı şey olamıyor....

📷Hilal Yaşlı


Çarşıların derinliklerinde tanıştığım bir dükkan sahibinin anlattıkları ise yaşamın ayrı bir boyutu... Askerlik için gittiği İstanbul’da 15 sene yaşayıp, Türk Hava Yolları’nda host olarak uzun süre çalışan bu kişi tekrar Mardin’e dönerek evlenmiş, işini kurmuş...
Dönmüş dönebilmiş, şehir hayatının sözümona konforuna kapılmamış...
Geçinmek kolay mı? Hiç değil...
2017 Eylül ayı sonunda Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı araştırma sonuçlarına göre, “ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirinin en düşük olduğu bölgeler” listesinde ismi geçen bir il burası....
Fakat az önce bahsettiğim dükkan sahibi özellikle şunu söyledi, “İstanbul’a dönünce anlatın bunu, bunun parayla, kazançla, malını satmakta ilgisi yok; burada insanlar yaşıyor, gelin görün tanıyın... gazetede yazanlarla değil kendiniz görüp yaşayarak öğrenin...”

Gitmeden önce en sık duyduğum soru “korkmuyor musun” idi...
Döndüğümdeyse “nasıldı, bir olay var mıydı” sorusu...
Hayır korkmuyordum, daha doğrusu korkma fikri aklıma bile gelmemişti...
Ve hayır, olay yoktu... Zaten “olay” ne demek ki ?!
Hele ki İstanbul’da yaşayan biri için...
Duvar...
Lokman Açıl ile  Mardin çevre turu yaptığımız gün, minibüsümüz Nusaybin'de polis kontrol noktasında durdu... Olağan bir kontrol...
İyi de İstanbul'da metroya her binişimde (bazen iki kez) polis kontrolünden geçiyorum ben; güvenlik görevlisi değil, polis !
karşısı Suriye...
Kadıköy, Taksim, Galatasaray, Beşiktaş meydanları toma, panzer ve çevik kuvvet ekiplerinin, sıradan günde görüldüğü yerler... İnsan İstanbul’da gezmeye gittiğinde karşısında bunları görünce güvende değil de tedirgin hissetmiyor mu kendini ? 

Mardin’de huzurluydum ve bu hiç bozulmadı... 1.Cadde’den geçerek gece karanlığında otelime gitmek tedirgin etmedi... Aynı saatte Beyoğlu’nda yalnız yürüyemem ben... Başıma birşey gelir diye değil, kendimi huzurlu ve rahat hissetmediğim için...
Bu yüzden tur sırasındaki polis kontrolünde heyecanlanamadım, benim şehir rutinimde var bu kontroller...
Bir gün bir yerde otururken sağımdan bir bomm sesi geldi, refleksle sesin geldiği tarafa baktım... Yanımdaki kişi, korkma bomba değil balon, dedi... Ataşehir’de jetler ses hızını aşarak geçti tepemden gecenin bir yarısı, ondan korkmadım, bundan mı korkayım, yapmayın Allah aşkına...

Mardin’de beni en çok etkileyen iltifatı, cann bir kıvırcıktan duydum:
Senin samimiyetine inandım, dedi... Burada o kadar çok maceraperest gördük ki, anlıyoruz artık kim samimi kim değil, diye devam etti...
Benim de kendime olan kilitlerimden birini daha açtı bu söz...
Belki de kendime sorduğum sorunun cevabıydı...


Sonra siyah beyaz ince çizgili birine, Mardin II.Bölüm'de bahsettiğim Haydar Demirtaş'a bir sohbetimizde bundan bahsettim... Entellektüel, duygusal ve analitik anlamda düşüncelerine değer verdiğim bir insan Haydar... O yüzden acı soruyu ona sormak istedim :

"Sence bu bendeki İstanbullunun doğu romantizmi mi?"

Göz ucuyla bana, göz dolusu Mezopotamya’ya baktı....
Yok değil, dedi...
İki kelime...

Öyleyse durmak yok... yola devam...








💜




   Let love rule...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder