Bu Blogda Ara

12 Ocak 2023 Perşembe

ALTI ÜSTÜ OYA... 'oya'nın peşinde bir ömür...

"Hayatta beni ne heyecanlandırır?" 

Bu soru insanın kendine sorması gereken en önemli soruların başında geliyor. Cevabını keşfedebilmek ise kişinin yaşamı, var oluşu algılamasını, anlamlandırmasını bambaşka bir hale dönüştürüyor. İnsanın bir konuya tutkuyla, adanmışlıkla bağlanması, onun peşinde yedi iklim dört bucak dolaşacak sabra ve motivasyona sahip olması, çok özel bir durum. Bunu herkes bu şekilde yaşamıyor. Kimisi tutkusunun ne olduğunu bildiği halde çeşitli sebeplerle peşinden gidememiş olmanın burukluğunu duyarken, kimisi bunun farkına bile varamadan, bir ömrü hep eksik hep tatsız yaşıyor, arayışı ve o dolmayan boşluk duygusu hiç dinmiyor.

Dr.Şadiye Çetintaş, "Rüzgarda uçuşan yazmalar ve kenarındaki oyalara ne zaman vuruldum hatırlamıyorum", diye başlıyor söze. Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi 1977 mezunu olan Şadiye Hanım, hekim olarak yıllarca kadın sağlığı ve üreme hakları konusunda pek çok projede çalışmış. Hekime bile rahatça anlatamadıkları dertlerini, mahremlerini, oyalarla bu kadar rahat dile getirmelerine, bu gizemli dili bu kadar ustalıkla kullanmalarına tanık olmak onu bir arkeolog gibi ince ince araştırmaya yöneltmiş. "İçine girdikçe hayretim ve hayranlığım arttı. Kadınların ördüğü bu dünyada bambaşka bir zenginlik vardı. İlginç, güçlü tasarım, renk seçimi ve malzeme kullanımı muhteşemdi. Kadının bu zenginliği kendi dünyasının tüm bileşenleri ile yaratması beni meslek olarak da çok etkiledi." diyor.

çikolata,sigara kağıdı ve
deniz kabuklarıyla yapılan oyalar
Bilinçli olarak biriktirmeye başlaması ise 35-40 yılı bulmuş. Okuma, araştırma, fotoğraflama, envanter çalışması ile yemenileri zengin bir koleksiyona dönüşmüş.  2000'i aşkın oyalı yazmanın bir kısmını bu sergide gün yüzüne çıkaran Şadiye Çetintaş, "Bugün yokluktan şikâyet ediyoruz ama buradaki vitrinlerde gördüğünüz gibi kadınlar süngerden, iplikten, artık bezlerden, deniz kabuklarından, kavun çekirdeğinden bile oya yapabilmiş." diye dikkatimi çekti. Yani bugün önemle üzerinde durduğumuz 'sıfır atık' uygulamalarını, Anadolu kadınları çok daha eskilerde yapıyorlarmış.

Çocukluğundan beri bir şeyler toplayan, çiçekleri, renkleri ve doğayı çok seven bir insan Şadiye Hanım. “Ben çok dolaşan biriyim, gençliğimde   çok trekking yapardım. Cuma akşamı işten çıkıp, otobüse binip bir yere gider, Pazar akşamı otobüse biner direkt işe giderdik. Öyle bir tempomuz vardı."

"Ev almadım, oya aldım.”

Bütün Anadolu’yu, 81 ili dolaşırken, oya merakı olduğu için her gittiği yerde dükkânlara girip adres bırakırmış. "Kadınların elleri sıkıştıkça çeyizlerinden bir şeyler sattığını biliyordum. Böyle bir durum olursa beni arayın derdim, birçok insan beni aradı. Bir güven oluşturduktan ve önem verdiğinizi anlamalarından sonra oradan buradan sizi buluyorlar. Ayrıca Ege’de İzmir’de yaşayan bir arkadaşımla Tire, Ödemiş, Aydın pazarları gibi çok pazar gezdik." Oyaların emin ellerde olduğunu ve değerinin bilineceğini bilerek göndermişler. 

Nallıhan, Şadiye Hanım'ın oya serüveninde çok önemli bir yere sahip. Ankara'nın bu ilçesinin “tarihi ipek yolu” güzergâhında yer alması, ipekböcekçiliğinin günümüze yakın bir tarihe kadar devam etmesinde önemli bir rol oynamış. Hatta Nallıhan İğne Oyası 2018 yılında coğrafi işaret tescil belgesi almış. Onun yaşamında bir 'oya'nın peşine düşmenin, gönlünü bağlamanın, sabırla beklemenin özü, Nallıhan oyaları ile çok bağlantılı. Bu şekilde 35-40 yıl içinde bu muhteşem koleksiyon toplanmış.  

Sergide şimdilik sadece kendisinde bulunan 3 tane oya bulunuyor. 
"Üçünü de oya koleksiyoncusundan 
antikacısına birçok arkadaş gördü. Yöresini ve ismini tam olarak bilemedik ama İstanbul ya da Balkanlar yöresinden olduğuna yönelik tahminlerimiz var. Ben birine buket, birine atom ismini verdim. Onlar benim için de, oya grubu için de çok büyük önem arz ediyor, çünkü başka yok” diyor.

oyalardaki ibrik motifine dikkat...
'Oya' süslemek ve süslenmek gereksinimiyle oluşturulan, tekniği 'üç boyutlu örgü' olan bir el sanatıdır. Ancak sadece teknik bir tanımla yetinmek 'oya'ya büyük haksızlık olur. Bu sabır ve emek yoğun teknik, ince, zarif ve gizemli bir dildir. Günümüzde bile rastlanan 'gelinin sesinin duyulmaması', kadının yaratıcılığını şahlandırmış ve böylece sessiz bir dil, eşsiz bir halk sanatı doğmuştur. Türk iğne oyaları stilize motifleriyle eşsiz bir zarafete sahiptir. Doğadaki çiçeklerin birçok çeşidini kendilerine model olarak alan üç boyutlu oyalar, çift iğne de denilen sık düğüm örgülü, dalı, yaprağı, çiçeği, tomurcuğu hatta meyvesi olan iğne oyalarıdır. Genellikle ipek üretimi yapılan yörelerde ipek iplikle örülüp, örgü içinde yürütülen at kılı ile üç boyutlu şekillendirilir.

Kadın kendi dünyasındaki tüm yaşananları, duygu ve düşüncelerini 'oya'lar aracılığıyla gerekli kişilere iletir. Sevgi, nefret, karşılıklı/karşılıksız aşk, hasret, gurbet, sevinç, keder, medeni durum ve hatta gebelik, doğum, lohusalık, bekaret gibi en mahrem durumlarını dahi 'oya'larla anlatır. 'Oya'ların sadece şekilleri değil renkleri de bu gizemli dilin bir unsurudur. Bu köklü ve zengin kültürel miras, kadının sesli olarak söyleyemediklerini anlatma biçimidir. 

Serginin açılışında yaptığı konuşmada "Aşklarını, karşılıklı/karşılıksız bütün aşklarını... Hasretlerini, kavuşmalarını, dayanışmalarını, çatışmalarını, hepsini oyalara nakşetmişler... Bugünlere kadar gelmiş... Bunları yapanlar, saklayanlar ve bize taşıyanlar en değerlilerimiz." diyen Şadiye Hanım'ın koleksiyonunda neler yok ki !




Bebek bekleyen yeni gelinlerin müjdeyi 'elma çiçeği oyası' ile vermeleri... "ultrasonla müjde verecek hali yok, elma oyası işlemeli yazmasını takmış, çıkmış ortaya salınmış. Kocasından komşusuna kadar herkes onun hamile olduğunu öğrenmiş böylece." 

Sonsuz sevgiyi, mutluluğu, nezaketi anlatan 'gül oya'...

Yeni gelinlerin, evlenmemiş görümceleri için, 'bir an önce evlenip gitsin de ben evin tek kızı kalayım' diye bir niyet ve dua niteliğinde yaptıkları 'menekşe oyalı yazma'... 

'Oya'ya dair dörtlükler...

"Başında mor menekşe / Herkes şaştı bu işe / Senin kızın bahtına / Sevdiği oğlan düşe..."

"Yazmayı oyaladım / Örtmeye kıyamadım / Otur yanı başıma / Ben sana doyamadım..."








Aramız çayır çimen gibi huzurlu, ferah, çiçek gibi huzurlu olsun, mesajını veren 'filize oya'...

Aramızdaki soğukluk mezara dek sürecek anlamındaki 'mezartaşı oya'...

Tatsızlığı ve acıyı simgeleyen 'biber oya'yı takarak sessizce, 'evliliğime acı düştü'; hele eğer biberler tamamen kırmızıysa ‘artık dayanılacak gibi değil’ diyen gelinler... 

Kayınvalidenin gönlünü yapmanın zorluklarını, yapımı son derece zor olan 'zembil oya' ile anlatan gelinler...




Ama bir de Aydın Patı oyası var ki, her erkek çocuğun çeyizine mutlaka konuyor. Evet yanlış okumadınız, erkek çeyizine... Kız isteme için gönderilen bohçada bu oyadan çıkmazsa, erkek tarafı şansına küsüyor.Sadece kırmızının özel üç tonu kullanılarak yapılan bu oyalara boşuna 'tarla sattıran oya' denmiyor.Yapımı meşakkatli ve yüksek maliyetli olan bu oyaları yapanlar da ona göre bir fiyat biçiyorlar. 

Şu güzelliğe bakar mısınız,tarla sattırır mı sattırmaz mı 😄        


Tabi bunlar hemen o gün yapılmıyor. Kızın çeyizi hazırlanırken bütün bu olasılıklar düşünülerek tipik oyalar işleniyor ve çeyize konuluyor. Kızcağız da yeri geldikçe takıyor.

'Oya'; iğne, tığ, firkete, çengelli iğne, mekik, şiş ile ya da tezgahta yapılabilir. Dokuma ve iplik üretimi neolitik çağda başlamıştır. İğne 'oya'sının temeli olan ipek, kullanılan malzemelerin başında gelir. İpeğin, ipek böceğinin kozayı örüşünden itibaren elde edilmesi, sarılması, boyanması gibi, özel bir emek gerektiren zor işlerin hepsi oya ritüelinin de parçaları... Bu işler insanların bir araya gelerek kollektif olarak çalışmaları sonucu oluyor.  

İpek ile iğnenin ne zaman dans etmeye başladığı net değilse de, 'oya'nın da tekniği olan örgüye ait ilk bulgulara Mısır'ın Memfis şehrindeki kazılarda rastlanmıştır. 'Oya'nın bir halk sanatı olduğu, 12.yüzyılda Anadolu'dan Yunanistan'a, oradan da İtalya yoluyla Avrupa'ya geçtiği görüşü kabul görmektedir. 

'Oya' sözcüğünün başka dillerde karşılığının olmayışı çok ilginçtir, iğne oyaları dünya literatüründe ‘‘Turkish Lace / Türk Danteli’’ olarak bilinmektedir. “Oy, oya, uya, oyu” kelimeleri aynı kökten gelen, ağız farkı olan sözlerdir ve dolayısıyla 'oya' Türkçe bir kelimedir. Avrupa dillerinde 'lace' adı verilen dantel örgüler, iki boyutlu yüzey oluşturan tığ, şiş ve iğne ile yapılan düğümsüz ilmekli örgülerdir. Dolayısıyla 'lace' terimi 'oya'nın değil 'dantel'in karşılığıdır. İğne oyası ise düğümlü ilmekle, ince sık örme tekniği ile tek başına takı veya aksesuar olan, giyimi ve eşyayı süsleyen bir zanaatın sanata dönüşen örnekleriyle dantelden çok ileridir.


Kenan Özbel 'oya' örücülüğü etiğini "Oya ve Oya Çeşitleri" kitabında şöyle yazar: "Motif, bulanın malıdır. Sahibinin rızası olmadan başkaları tarafından taklit edilmez. Müsaadesiz kopya edenlere iyi gözle bakılmaz ve bu gibilere hırsız muamelesi yapılır."  
Sn Kenan Özbel 1940larda yazdığı
bu kitapta, etik konusunda noktayı koymuş...

Mudurnu gelin fesi



Türk dilinde bir kıza güzelliğin ve zarafetin simgesi olarak 'Oya' adı verilir veya güzelliğin ifadesi için 'oya gibi' benzetmesi yapılır. 

 'Oya' türkülere, manilere de konu olmuş. Sergideki oyalı yazmaların yanlarındaki kartlarda yazan manilerin çeşitliliği karşısında hayrete düşmemek elde değil. Bunların bir kısmını fotoğraflarda görebilirsiniz.

Her ne kadar kadın baş süslemesinde yoğun olarak kullanılsa da, erkek giyiminde de oya kullanımına rastlanır. Örneğin efe başlığına genç kızlar tarafından işlenen oyalarla süslü poşu bağlanır. Efe başlığındaki oyalar üç katlıdır. Bunlar efenin annesi, kız kardeşi ve eşi (veya nişanlısı, yavuklusu) tarafından yapılmış oyalardır. Oyalar erkek giyiminde yalnız başlıkta değil, para kesesi, mühür kesesi, damat iç göyneği ve mendil kenarında vb. kullanılmıştır.

Özenle yapılan bu oyalı yazma ve tülbentler, muhafaza şekilleriyle çeyiz kültürümüzde farklı bir yere sahiptir. Yörelere göre oyaların cinsine, kullanım amacına, ailenin imkânlarına bağlı olarak tülbent, yazma ve diğer oyalı ürünlerin muhafaza edilme şekilleri de değişmektedir. Kimi yerlerde beyaz işlemeli bohçalar içerisinde, çeyiz sandıklarında, dolaplarda, karton kutuların içerisinde korunurken, bazı yörelerde ise özel olarak yapılan “oya camekânı, yazma sandığı, yemeni sandığı, oya sandığı” gibi isimlerle anılan özel sandıklarda muhafaza edilmektedir. Genellikle ceviz ağacının tercih edildiği bu sandıkların dört yüzeyinin camlı olması ve oyaların buradan görünmesi özellik olarak aranmaktadır.

Oya sandığı

Boynundaki kolyenin özgün tasarım fikri 
Şadiye Çetintaş'a ait olup,
efe oyası üzerine gümüş kaplama
suretiyle özel yapımdır.
Şadiye Çetintaş ile yaptığımız sohbetten öğrendiklerimi bu yazımda, onun cümleleriyle aktarırken, bir yandan da sergi için hazırlanan bilgilendirme metinlerinden ve bir de gazete röportajından yararlandım.

Ayrıca iğne, tığ, firkete gibi örmede kullanılan araca ve tekniğe; yazma, gelin tacı, efe başlığı, yatak takımı, mendil, kese gibi kullanıldığı yere; ana motif tekrarı, ana-ara motif tekrarı, aralıksız sıra halinde tekrar gibi kompozisyon şekillerine göre; geometrik, bitkisel, soyut sembolik, figürlü gibi bezeme tekniklerine göre değişen oya çeşitleriyle ilgili bir çok makale okudum.

Dr.Şadiye Çetintaş'ın, daha önce 2005 yılında İş Sanat'ta "Oyalı da Yazma Başında" türkü şöleninde Prof.Dr.Taciser Onuk Koleksiyonu ile birlikte ilk kez sergilenen oyaları, 2018 yılında da Bursa Merinos Tekstil Sanayi Müzesi'nde Uluslararası İpek Oya Festivali'nde uzun süre sergilenmiş.

💙

Tekrar yazının başındaki soruya dönecek olursak... "Hayatta beni ne heyecanlandırır?" sorusuna, hiç de kolay olmayan yaşanmışlıkların içinden geçerken cevap bulan bir kadın Şadiye Çetintaş... İnsanın pes edeceği noktalara kadar gelip, oyaların o zarif incelikli dünyasına girdiği andan itibaren hayata bir başka bakmaya başlayan bir kadın... Hem mesleki hem de sosyal anlamda oldukça yoğun yıllarda, sabırla, tutkuyla, gayretle peşlerinde adeta iz sürdüğü oyalarıyla gülümsemeye devam etmiş bir kadın... 

Küratörlüğünü sevgili Elif Kodaman'ın yaptığı, fotoğraflarda bir kısmını göstermeye çalıştığım sergide, yaşı 2-3 aydan başlayıp 150 yıla kadar uzanan 'oyalı yemeni'leri, yörelerine ve isimlerine göre tasnif edilmiş şekilde görebilirsiniz. Bunun yanında oya yapım aletleri, oyaya dair kitaplar ve eşsiz güzellikte başlıklar da, 19 Ocak 2023 tarihine kadar Göztepe TCDD Kültür ve Sanat'ta... 


💙

Müze Shop'un kurucusu, tasarımcı ve iğne oyası araştırmacısı sevgili Gülin Şenyuva'nın Şadiye Çetintaş ile yaptığı çok keyifli bir sohbeti izlemeniz için linki paylaşıyorum.

https://www.instagram.com/tv/CKbcGcTjlty/?igshid=MDJmNzVkMjY%3D

💙

let love rule...





7 Ocak 2023 Cumartesi

DAVUL ŞAMANIN ATIDIR...

Geçmişi on binlerce yıl geriye uzanmasına ve insanlığın ilk spiritüel uygulaması olmasına rağmen, son yıllarda yeniden keşfedilirmişçesine popüler kültürün bir parçası haline gelen “Şaman” kelimesini duyduğumuzda, genellikle hayalimizde, ilkel bir kabilede gece vakti, üzerinde tüyler, kürkler, deriler ve şıngırdayan aksesuarlardan oluşan bir kıyafet ve başlık olan, elindeki davulu çalarak ateşin etrafında dolaşan ve ritüel yapan bir kişi canlanır. Fakat bu görselliğin ardında, bir esrime (trans) haline girip bilincin derin seviyelerine inen, farklı bir gerçekliğe geçerek yardımcı ruhsal varlıklarla temas içine girebilen bir insan vardır.

Dar anlamda Şamanlık, tipik olarak Sibirya ve Orta Asya’ya özgü bir olgudur. Şaman kelimesi Sibirya'daki bir Tunguz kavmi olan Evenki halkının dilinden gelmektedir. Ezoterik bilgiler ve olağanüstü spiritüel yeteneklerle yakın bir bağı olan Şaman, genellikle insan ve ruhsal dünya arasında iletişim sağlayan bir aracı olarak tanımlanır ve Şamanik kültürlerde "karanlıkta gören kişi" anlamını kazanmıştır. Eski Türkler’in Kam olarak adlandırdığı Şaman, Yakut dilinde ojun, Moğol dilinde böge gibi farklı isimlerle anılsa da, Sibirya, Orta ve Güneydoğu Asya, Afrika, Avustralya, Grönland, Orta, Kuzey ve Güney Amerika'daki kabile halkları arasında ve Laponya'daki Samiler gibi Kuzey Avrupa kültürlerinde, bakış açısı, dünya görüşü ve uygulamalarda, Şamanlıkla ilgili geniş kapsamlı genellemeler yapmamıza olanak tanıyan ortak noktalar vardır.
Eski yerli kültürlerin küçümseyici şekilde ilkel olarak nitelendirilmesi özellikle aklıma takılır. Evreni “görünen şeylerin ve görünmeyen şeylerin alemleri” olarak değerlendirip, bunları ayıran kesin bir sınır olmadığı, bütünün yarısı olarak birlikte var oldukları anlayışına sahip olmaları kilit bir önem taşıyor.

Tijen Aykut Çorbacı, yağlı boya tablo
Kişinin bir Şaman olması ve vizyon (görü) alması bir anda gerçekleşen bir şey değildir, bir takım olaylar onu bu yola yönlendirir. Örneğin yaşamını tehdit eden bir hastalık veya bir kaza sonucu ölüme yakın bir deneyim yaşamak; psikolojik bir kriz geçirmek; rüyasında bir atası veya güçlü bir spiritüel varlık tarafından ziyaret edilerek çağrı almak... Bunun neticesinde gelen bir  “aşkınlık” evresi  ve “bütün ile bir olma” tecrübesi, kişinin iç  dünyasında ve hayatında son derece köklü değişikliklere yol açar. Var oluşun ana kaynağıyla olan bu yakınlaşma hissi, çok daha engin ve derin bir yaşam anlayışı ve algısı kazanmasına sebep olur. Ve yaşanan bu vizyoner deneyimden genellikle şifa, durugörü gibi yeteneklerle geri döner. Özellikle yaşamlarını tehdit eden, ölüme yakın deneyim geçirmiş olanlarda görülen bu durum, Şamanik şifacı olma yolunda ilerleyen kişinin, başkalarının ıstıraplarına karşı da derin ve kalıcı bir empati ve şefkat deneyimlemesini sağlar. Kişiyi bir şifacı haline getiren de işte kalp merkezli bu şefkattir. Bu sebeple pek çok toplumda Şaman, “yaralı şifacı” olarak bilinir.

Tijen Aykut Çorbacı, yağlı boya tablo
Şaman özelliğini taşıyan kişi, ki bu kadın veya erkek olabilir, bu görünmeyen, saklı şeylerin alemiyle nasıl irtibat kurulacağını, nasıl giriş yapılacağını pratikler yoluyla öğrenir. Bu alana bir kez ulaşınca da yerli insanların atalar, yardımcı ruhlar olarak tanımladığı, maddesel diye nitelenen alemin dışındaki varlıklarla ve güçlerle karşılaşır.

Şaman için doğa üstü veya gerçek ötesi bir dünya yoktur. Görünen ve görünmeyen boyutlarıyla bir olan, sadece doğal dünya vardır. Şekil ve maddenin görünen, elle tutulabilen alemi ile ruh ve enerjinin görünmeyen alemi arasında derin düşünceye dalar ve meditatif haldeyken ritüeller yapar.

Tijen Aykut Çorbacı, yağlı boya tablo
Bu ritüellerle örneğin travmatik bir kayıp deneyimi yaşamış bir kişiye gücünü yeniden bulması, yaşama tutunması için yardımcı olabilir. İnsanın fiziksel ve enerjisel bedenlerinde psikolojik veya fiziki rahatsızlar şeklinde ortaya çıkan blokajların çözülmesinde süreci yönetebilir. Fiziksel, duygusal, zihinsel, spiritüel seviyede şifa verecek bütünsel anlamda çalışmalar yapabilir. Gelişmiş sezgisel uygulamalar yoluyla, erişim sağladığı öte alemden bilgiler sağlayabilir. Bazı Şamanlar, ölen kişinin ruhsal varlığına, bedensel ölümün ardından gideceği boyuta ulaşması için rehberlik etme yeteneğine de sahiptir.

İnsanlığın avcı/toplayıcı dönemindeki yerli kültürlerde avcılık insan hayatında dikkate değer bir yer kaplamaktaydı. Bu nedenle avların başarılı geçmesi için şamanlardan yardım istenirdi. Şamanik çalışmalar, kabilelerine yiyecek ve diğer kaynakları bulmak amacıyla yapılmaktaydı. Geniş ve derin farkındalık seviyelerine geçerek, eti ya da postu için avlanan hayvanın ruhu ile bağlantı kuruyorlardı. Ancak bu irtibatı sağlamak, usulü doğru uygulamakla ve buna izin sahibi olmakla ilgiliydi ve Şamanın özel alanıydı. Şamanlık özel durumlar ve uzun ve zorlu bir süreçten geçmeyi gerektirdiği için her toplumda bu seviyede olan kişi sayısı çok azdı.


Tijen Aykut Çorbacı, yağlı boya tablo
Bu noktada şu önemli konuya özellikle dikkat çekmek gerekiyor. Şamanlık çeşitli ritüel barındırsa da kendi başına bir din değildir. Şamanik uygulamaları kişisel gelişim ve şifa için hayatımıza taşıyabilir, çalışmalar için gayret gösterebiliriz. Ancak bu Şaman olarak adlandırılacağımız anlamına gelmez. Şaman olmak yıllar boyunca ağır ağır gelişim gösteren bir çalışmadır. Ve kişinin büyük bir şifacı ve vizyoner haline dönüşmesi sürecinde, kendisini şekillendiren bir çok zorlu inisiyasyondan geçmesi söz konusudur. 
Aslında yerli toplumlarda kişi kendisine zaten Şaman demez. Böyle bir tavır, kişinin gücüyle övünüp böbürlenmesi olarak görülür, ki bu büyüklenme onu kaybetmeye kadar götürür. Şaman dünyasında diplomalar ve sertifikalar yoktur, kişinin edindiği bir meslek değildir. Bu, kişiye bahşedilen bir ünvandır ve kişinin şifacı ya da kahin olarak başkalarına getirdiği hayır ve esenliğe dayalıdır.

Davul Şaman’ın atıdır, diye tabir edilir. Bu dünyadan öte dünyalara bu davulun ritmiyle gider ve döner. Şamanların en değerli ritüel objeleri, derin simgesel anlamlar barındıran davulları olmuştur. Vurmalı çalgıların ve tamtam seslerindeki ritmin vizyon (görü) deneyimine geçiş aşamasında beyin üzerinde etkileri olduğunu ortaya koymuştur. Bunu beyin dalgalarımızın seviyelerini anlatarak açıklayabiliriz.
➰Delta dalgaları: saniyede 1-4 Hertz, uyku ve rüya durumunda...

➰Alfa dalgaları: saniyede 8-12 Hertz, uykudan yeni uyandığımız veya uykuya geçiş anlarında, uyanık ve farkında olduğumuz, ama belli bir şey yapmadığımız bir dinlenme hali. Nefes seansları ve meditasyon sırasında olduğu gibi...

➰Beta dalgaları: saniyede 12-25 Hertz, yaşadığımız dünyaya ilişkin aktif düşünme, öğrenme, ilgilenme, odaklanma  

Beynimizin analitik olan sol yarım küresi, günlük hayatımızda daha çok beta dalgaları ile işlev görürken, genellikle bizim duygusal ve sezgisel işlevlerimizi yürüten sağ beyin ise alfa dalgalarında kalır. Biz de genellikle beynin bu iki küresi arasında gidip gelir, yön değiştiririz. Alfa seviyesinin altında ve uykunun delta seviyesinin üzerinde, genellikle tetha dalga boyu seviyesi olarak adlandırılan bir ara bölge mevcuttur; beyin bu alanda 4-8 Hz. aralığında dalga yayar. Bu, farklı bilinç hallerindeyken Zen üstatlarında, transandantal meditatörlerde, psişikler, trans medyumlar ve şamanlarda tespit edilmiş, son derece derin, tefekkür halini andıran, rüya benzeri bir haldir.

Bilincin bu vizyoner seviyesine geçişte davul, tef, çıngırak ve benzeri vurmalı çalgı ritimlerinin büyük katkısı vardır. Saniyede dört ile yedi kere arasında vurulan davulların tek düze sesini ya da sallanan bir çıngırağın tınısını dinlerken beynin her iki yarım küresi de bu ritme kapılır. Karşılık olarak beynin her iki yarım küresi senkronize olur, yavaşlar ve 4 ila 6 Hz. arasında dalga yaymaya başlarlar; bu da kişinin, hafif bir transın tetha seviyesine geçmesine olanak sağlar. 

Avcı/toplayıcı dönemde insanların  mağara duvarlarına el izlerini aktararak, av sahnelerini, toplumsal yapılarına dair çizimleri işleyerek, geleceğe kendilerinden izler bırakmasını andıran şekilde, davul üzerine işlenen resimler de, tıpkı  mağara duvarına çizilen sanatın ilk örnekleri gibi saf ve yaratıcılığın en yalın hali gibidir.

Şamanın davuluna çizdiği her bir sembol kendi iç dünyasını ifade eden unsurlar taşırken, atalarından gelen sözlü ve görsel hikayeleri de içerir. Böylece şamanın davul üzerinde oluşturduğu sembolizm, atalarından geleceğe doğru gelişerek devam eder. Her Şamanın özgün kişisel tecrübeleri olmasından dolayı, davulundaki sembolizm de kendine özeldir.


Şamanın davul ile bu kadar sıkı ilişki kurması ve ona hayati önem vermesi, davulun yapım aşamasında ağacın seçilmesinden başlar. Yapılacak davul sıradan bir müzik aleti değildir. Şamanın karakterini yansıtan bir ağaçtan, belirli işaretlerin ve yaşanmışlıkların karşılığı olarak şekillendirildiği söylenebilir. Mircea Eliade, Şamanizm adlı kitabında, Şamanın rüyalarında evren ağacının bulunduğu mekanlara ruhani yolculuklar yaptığından bahsederken,“davulunun kasnağını bu ağaçtan Yüce Varlığın bu iş için özel olarak düşürdüğü bir daldan yapar.” şeklinde anlatır. Şaman davulunun kasnağı, Şamanlıkta hayatı ve ölümsüzlüğü simgeleyen, aşağı, orta ve yukarı dünyaları birleştiren hayat ağacını temsil eden bir ağacın davul için özel bir dalından yapılır. Bu simgenin anlamı, dünyanın merkezinde yer alan eksenin aracılığıyla, gök ile yer arasında kurulan iletişimdir. Bu kasnağın, kutsal ağaç olarak kabul edilen kayın ya da sedir ağacından, temiz ve sağlam olmasına dikkat edilerek yapıldığı ve bu ana gövdenin hiç bir zaman değiştirilemediği düşünüldüğünde, ağacın kutsallığına bir kez daha vurgu yapıldığı görülmektedir. Aynı şekilde davulun iç taraftaki sapı da bu ağaçlardan yapılır.

Davulun yüzeyini teşkil eden derinin alınacağı hayvan da gelişigüzel seçilemez. Bu seçimin av kültleri ile ilişkisi olduğuna inanan araştırmacılar en çok geyik ya da dağ keçisinin derisinin kullanıldığını söylerler. Davul yapıldıktan sonra üzerine simgesel anlamı olan resimler yapılır. 

Davul yüzeyi kozmik alemi yansıtır. 
Davul yatay ve dikey bir hatla bölünmüştür. 
Bu hatlar, dört ana yöne işaret edebileceği gibi, 
dünyayı gök ve yer olmak üzere iki parçaya da böler. 
Yatay hat kiriştir ve üzerinde çelik ya da 
çıngırak olduğu düşünülen resimler vardır.

Topluluklara göre farklılıklar gösterse de genel anlamıyla davul üzerinde yer alan bu sembollerin gökyüzü, yer ve yeraltı diye sınıflandırılacak bir evren tasarımını içerdiği söylenebilir. Davulun üzerindeki resimler, yer ve gökte yer alan varlıklara aittir. Yukarıya doğru sağda ay, solda güneş ve bunların ortalarında yıldızlar ile kuş, geyik, ağaç şekilleri vardır. Davulun dış kısmında güneş, ay, yıldız, kartal, kuş, yılan, kurbağa, geyik, at, ağaç  gibi tasvirlerin yaygın olarak görüldüğü söylenebilir.

Genel bir ifadeyle davulun üzerinde gökyüzü unsurları ve Gök-Tanrı’ya ulaşma ve yükselme semboliği olarak yer alan güneş ay ve yıldızlar, Şamanın gökyüzü yolculuğunda karanlığı aydınlatma, güneş ana ve ay babanın koruyucu ruhlarından yardım alma ve Gök-Tanrı’ya ulaşma işlevini yerine getiren işlevsel sembollerdir. Geyik, at, koç gibi hayvanlar av törenlerinde avın bereketi, kurban törenlerinde kurbanın kendisi ve yine Şamanın yolculuğu sırasında ona yardımcı olan, kılık değiştirme işlemini gerçekleştirdiği ve yardımcı ruh, koruyucu ruh, erk hayvanı olarak ele alınabilecek işlevsel sembollerdir. Hayat-Evren-Kayın ağacı isimleriyle adlandırılan ağaç çizimleri ise, Şamanın GökTanrı makamına ulaşmak için bir basamak işlevi gören sembollerdir.

Yer-gök-yeraltı unsurları, erk hayvanı, yardımcı ve koruyucu ruhlar, güneş, ay ve yıldızlar, kayın ağacı ve tabiat ruhlarına ait sembollerin tamamı hem davulun hem de elbisenin üstündedir. Böylece Şamanın ritüellerde yapması gereken görevler için kıyafet ve davulu tamamen işlevsel sembollerle donatılmıştır.

💙

Yazıda yer alan görseller: 

➰yağlı boya tablolar Tijen Aykut Çorbacı'nın eserleridir, yazımla beraber paylaşmama izin verdiği için teşekkür ederim...

➰seramik kolyeler, Meri1331 markamın Şifacı koleksiyonundandır.

detaylı bilgi için :  https://meri1331.com/kategori/sifaci-koleksiyonu

KAYNAKÇA:

➰Mircea Eliade, Şamanizm

➰Sandra Ingerman & Hank Wesselman, Ruhsal Dünyaya Uyanış, Doğrudan Bilgiye Giden Şamanik Yol