Bu Blogda Ara

5 Mart 2016 Cumartesi

Fenerbahçe Parkı

Eskilerin bazı semt isimlerini söyleme şekli farklıdır hani.
Annanem ‘Kadıköyü’ne’ gitmek, derdi örneğin. 
Bir diğer örnek de Fener Bahçesi’dir.



Osmanlı döneminde önce Kelemiç (Kalamış) olarak bilinen bölge,
1562’de, yarımadanın batı ucunda bir deniz feneri yapılmasının ardından, Fener Bahçesi (Bağçe-i Fener) adını alır, bağlık, bahçelik bir mesire yeri olarak bilinir.
Fenerbahçe Burnu’ndaki ufak köprüyü aştıktan sonra, küçücük bir adaya geçerek şehirden sanki aniden koparsınız.
Bu adada İstanbul’daki en güzel parklardan biri olan Fenerbahçe Parkı bulunur.

Yöredeki ilk fenerin Bizans Dönemi içinde Fenerbahçe Yarımadası’nın batı burnuna yapıldığı sanılmaktadır.

Efsaneye göre burada, Hera ve İreas olarak adlandırılan kayalıklara yakın bir yerde, Sasani istilasıyla yıkılana kadar, tanrıça Hera’ya adanmış bir tapınak varmış. Bu kayalıkların üzerine bir ateş kulesi yapılmış.

Parkın tarihi Bizans dönemine kadar uzanıyor. Bizans saray bahçeleriyle ilgili günümüze ulaşmış çok fazla kaynak olmasa da, Sarayburnu'ndan sonra İstanbul'daki en önemli Bizans saray bahçesi, Osmanlı döneminde de önemli bahçelerden biri olmayı sürdüren Fener Bahçesi'ymiş.
Bizans döneminde ise İmparator Konstantin, Fenerbahçe'ye bir kilise yaptırmış.



527-565 yılları arasında hüküm süren Justinianus ise karısı Theodora için bu semtte bir yazlık saray, üç hamam ve bir kilise yaptırmış ve bu parkı da sarayın bahçesi olarak kullanmışlar.
Tarihçi Prokopius burası için,  “Dünyanın hiç bir yerinde, bir saray için seçilebilecek bu güzellikte bir kara parçası yoktur”demiş.

Justinianus, Fenerbahçe’nin Eutropi Limanı’na (Kalamış Koyu’na) bakan ve lodos tutmayan tarafına üç sıra kürekli, üç kadırganın yanaşabileceği bir mendirek yaptırmış. Dört köşe kalın, büyük taşlardan yapılmış olan mendirek dört metre eninde, kırk metre boyunda olup, denizden bir metre yükseklikteymiş.


İstanbul’un fethinden sonra bahçe, saray ahalisi tarafından kullanılmaya devam etmiş. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın burayı sevdiğine ve ziyaret ettiğine dair bilgiler mevcut.
Osmanlı dönemi kaynaklarında “Bağçe-i Fener“ adı ile 1570 senelerinde kullanıldığı yazılı.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Recep 969 (Mart 1562) tarihli bir fermanından, bugün Fenerbahçe Burnu dediğimiz o zamanki Kalemiç Burnunda çalışan bir fener olmadığı ve ilk defa onun zamanında inşa edildiği anlaşılmakta.
Eremya Çelebi Kömürciyan 1661’de yazdığı “İstanbul Tarihi” isimli kitabında buradan,
“ …denizin içine atılmış metin bir temel üzerinde yekpare bir heykel gibi yükselen kulenin tepesinde yanan ve gemileri kayalara çarpmaktan korumak için her gece sabaha kadar bir yıldız gibi parlayan” diye bahsetmekte.
Bugünkü Fener binası 1837’de II.Mahmut zamanında yenilenmiş ve daha sonra da zaman zaman tamir edilmiş. Zeminden 21 m. yükseklikteki yuvarlak kulesinin üzerinde, iki ayrı kat halinde etrafı parmaklıklı gezinti yeri bulunmaktadır, diyerek konunun tarih ile ilgili kısmını tamamlayalım…


                                                                        ♥ 

Ben bu parka yıllar önce bir sabah erken, yoga yaptığım arkadaşlarımla birlikte gitmiştim.
2012’de bir mayıs sabahıydı, büyük bir erguvan ağacının gölgesinde keyifle yogamızı yapmıştık. Parkta dolaşırken gördüğümüz gelincik tarlasına bayılmıştık.

burası orası...

Eski bir balıkçı barınağı olduğunu çok sonra öğreneceğim, merdivenlerden inerek ulaşılan, denizin hemen kıyında bir cafeye gidip kahvaltı etmiştik.
Hepbirlikte yaşadığımız en güzel anılarımızdan biridir.
O gruptaki arkadaşlarımızdan birini, Yeşim’i 8 ay sonra sonsuzluğa uğurlamak zorunda kaldık.
Ben o cafeye ve o parka bir daha hiç gitmedim.

o mayıs sabahında Baraka Cafe...

                                                                       ♥ 


İki hafta önce bir başka arkadaşımın paylaştığı keyifli bir fotoğrafına tav olup, dedim biz de bir kahve içelim mi orada... neresi olduğunu bilmeden sormadan…
Çok büyük şaşkınlık oldu benim için Baraka’nın o yıllar önce gittiğim yer olduğunu görmek…
Biraz değişmiş, sağ tarafı yine taşlık olarak kalırken, ki ben o halini daha çok seviyorum, sol tarafı düzenlenmiş, zemini kaplanmış vs.
Haftaiçi, öğlen saatlerinde, hava ister güneşli, ister puslu olsun, insana kendini çok iyi hissettiren bir yer…

                                                                       ♥ 


O günden sonra sık sık gittim parka, her seferinde farklı yönlerine dikkat ederek.

Bunlardan biri köprüden ada tarafına geçmeden önce sağda bulunan, Belgin Doruk, Ayhan Işık ve Sadri Alışık’ın “Küçük Hanımefendi” filminin setini canlandıran heykeller… yönetmen koltuğundan tutun da kameraya, ışıklara kadar düşünülerek detaylı bir biçimde çalışılmış…


"Küçük Hanımefendi" film seti canlandırması...


Gördüğüm bir başka ilginç şey, yazının başında anlattığım parkın tarihini merak etmeme sebep oldu.
Ufak bir yapının çatısının ballıbaba çiçekleriyle kaplı olduğunu gördüm.
Onlara odaklanınca binayı gözüm görmedi.
Sonra farkettim ki, bu minyatür bir hamam.
"Fenerbahçe Parkı’nın ortasında hamamın ne işi var ?!" sorusu, beni bu yazıyı hazırlamaya kadar götürdü.

restorasyon konusuna hiç girmiyorum !!!


                    Ve yaşamı, sokakları paylaştığımız diğer canlılar...


Parkta yürürken karşılaştığımız, binbir suratlı karakterli kediler...







Bazıları pofuduk, bazıları tırsak...
Bazıları sevilmek için pozlarda...
Bazıları, hayatı tespih yapmışım sallıyormuşum modunda...



Ağaç, çimen, kırçiçeği, deniz kenarı… 
Bu şehrin karmaşasında insanın birazcık nefes alabilmesi, 
birazcık kendine kaçabilmesi için yeterli sebepler…



Fakat bu parkta ağaçlar sadece ağaç değil, adeta tarihi eser…





Önce 150, sonra 250 ve devamında 650 yaşında sakız ağaçları görünce, kendimi sadece doğanın değil, tarihin, İstanbul’un kadim tarihinin içinde hissettim. Bu sakız ağaçlarının herbiri anıt ağaç statüsünde.





Şimdilerde herbirinin dallarına yeniden cansuyu yürümüş ve tomurcuklanmış…


Ben doğanın sadece ilkbaharda açan çiçekleriyle veya sonbahardaki sararan kızaran yapraklarıyla değil,
kış aylarındaki çıplak, kuru, renksiz haliyle de muhteşem olduğunu düşünüyorum.

Mevsimlerin döngüsünü izlemeyi, buna göre yaşamayı seviyorum.
Hiç anlam yüklemeden, ilkbaharın neşeye, sonbaharın hüzne sebep olduğunu, yağmurun göklerin gözyaşları olduğunu düşünmeden...



Fenerbahçe Parkı bunları sevinçle ve huzurla yaşamak için 
çok uygun bir yer...

♥ 



♥ 

let love rule...


2 yorum:

  1. Fenerbahçe Parkı benimde çok sevdiğim ve bulunmaktan keyif duyduğum bir park. Sakin ve kafa dinlemeye müsait. Bu nedenle yazınızı da keyifle okudum. Benimde buna benzer bir sayfam var. https://www.geziyerler.com/fenerbahce-parki sayfasında Fenerbahçe Parkı yazımı görebilirsiniz. Gezmeyi seviyorsanız yeni öneriler için siteme beklerim. İyi günler diliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorum :)
      Elbette ben de okuyacağım yazılarınızı...
      Selamlar...

      Sil