Yaklaşık 2,5 sene önce Bodrum, Turgutreis'e taşınırken bir daha asla İstanbul'da yaşamam gerekmeyeceğini umuyordum...
Ataşehir civarında yaşayacak bir ev ararken, yol bizi Yenişehir Soyak Sitesi'ne götürdü, çeşitli adalardan oluşan dev site kompleksi içindeki Kibele Evleri'nde başımızı sokacak bir yuva bulduk...
Şehre dönmek büyük travma oldu benim için... Yarayı neyle saracağını bilemiyor insan bazen... Kibele ismini ilk duyduğumda bana çok iyi geldi...
Kısa sürede bahçesinde, havuzunda, binaların girişlerinde yer alan heykelleri gördükçe, keşfettikçe, buranın en azından o an için doğru yer olduğu fikrine vardım.
İstanbul'da başka hangi sitede böylesine dev tanrıça heykelleri vardı ki?
Mehmet Aksoy ismini de ilk kez bu şekilde duymuş oldum.
"Soyak’taki Kibele Çeşmesi’nde heykel mekân ilişkisi,
heykelin biçimlendirmesini doğrudan etkiler. Mekân heykelin içeriğine katılır.
Böylece değişen, artan içeriğe göre heykelin biçimi de doğal olarak değişir."
"Pencerelerinden
baktıklarında oturdukları binanın aynısı olan karşı binaya bakmasınlar istedim.
İşte, bu düşünce beni orada o meydanda insanların hayal kurabilecekleri,
umutlanabilecekleri kendilerini yenileyebilecekleri bir şeyler yaparak bir
çekim alanı yaratmaya götürdü."
Söylediklerinde ne kadar haklı olduğunu yaşayarak gördüm... O meydanda hayaller kurdum, her yeni ayda, her dolunayda umutlandım, her Hıdrellez'de dileğimi çeşmenin etrafındaki gül dallarına bağladım ve yıllar içinde yavaş yavaş kendimi yeniledim...
"Anam, kıvır kıvır saçları dizlerine kadar uzanan 14 yaşında
daha oyuna doymadan evlendirilen bir Türkmen güzeli. 1939’da 15 yaşında beni
doğuruyor. Ben, ilk çocuğum. Kardeşlerimden ikisi öldü. Şimdi yedi erkek
kardeşiz. Babam, Fransız işgali sırasında Hatay’da yol isçiliği yapmış, sonra
gardiyanlık, mahkeme zabit katipliği, son olarak da gümrük memurluğu…
İlkokul birinci sınıfta yaptığım ilk resim bir tarla
kuşuydu. Hoca Hanım resmim elinde, beni sınıf sınıf dolaştırarak, bütün okula,
hocalara göstermişti. Bu hocanın hayatımda önemli yeri vardır. Bende ilk sanat
bilincini ve hevesini uyandıran, beni sanata yönlendiren, beni köy enstitüsüne
değil de liseye, oradan Akademi’ye göndermesi için babamı ikna eden O’dur."
1938 doğumlu babam ile aynı yaşlarda, aynı yıllarda Tarsus'ta öğrenciymişler. Bugün bunu öğrendiğimde çok duygulandım.
Daha sonra liseyi Antakya'da okumuş.
"Kasabamızda ortaokul,lise yoktu. Böylece 13 yaşında gurbete çıktım. Lisede çocukların ev ödevlerini ve portrelerini yaparak para kazanıyordum.
Bu yıllarda Akademi’ye girebilme arzusu önüne geçilemez bir
tutku haline gelmişti bende. İstiyordum ki her şey bir an evvel olsun bitsin.
Liseyi önüme konan bir formalite, bir angarya olarak görüyordum.
Akademiye girdiğimde heykeltıraş olacağımı hiç
düşünmüyordum. Hep ressam olmak vardı kafamda.
Taa ki modelaj dersinde Prof.
Sadi Çalık yaptığım büstü görünce “Boş ver resmi, sen heykeltıraş olmalısın”
diyene kadar. Öyle de oldum sonunda."
2012 senesinin Mart ayında, yani Mehmet Aksoy'un 50. sanat yılında, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezi'nde "Zamanın ve Mekanın Suretleri" adlı sergisine gitmiştim. Mekana adımımı attığım andan itibaren, çok yoğun duygular içinde gezdiğim sergisinde pek çok çalışmanın karşısından uzun süre ayrılamamış, hatta hüngür hüngür ağlamaktan kendimi alıkoyamamıştım.
Tam 5 yıl önce bugün, 16 Mart 2012de yayınladığım, sergi ile ilgili yazdıklarım bu blogdaki üçüncü paylaşımım olmuştu.
Tam 5 yıl önce bugün, 16 Mart 2012de yayınladığım, sergi ile ilgili yazdıklarım bu blogdaki üçüncü paylaşımım olmuştu.
http://merininaynasi.blogspot.com.tr/2012/03/zamanin-ve-mekanin-suretleri.html
Şimdi 5 yıl aradan sonra 23 Şubat 2017'de,
sanatçının "Çekicin Rüzgarındaki Ezoterik İllüzyonlar" adlı sergisi,
Karaköy Anna Laudel Contemporary'de açıldı...
20 sene önce Düsseldorf'tan tekstil sektöründe iş kurmak için gelen ve o zamandan beri Türkiye'de yaşayan Anna Laudel'ın sahibi olduğu Erenköy Bağdat Caddesi'ndeki Art350 Galeri, Türk ve uluslararası sanatçıların güncel sanat çalışmalarına daha kapsamlı yer vermek ve destek olabilmek amacıyla yeniden yapılandırılarak, 2016 sonunda Karaköy'deki tarihi bir binada Anna Laudel Contemporary adıyla yeniden kapılarını açmıştı.
Galata'yı Karaköy'e bağlayan Bankalar Caddesi'nde, zarif Kamondo Merdivenleri'nin yanıbaşında yer alan tarihi bina, Osmanlı zamanında postane olarak kullanılıyormuş. O dönemde Osmanlı Merkez Bankası'nın, finans kurumlarının ve sigorta şirketlerinin bu caddede bulunduğu göz önüne alındığında, Sirkeci'deki Büyük Postane'ye nispeten uzak kalan bu bölgenin hemen yakınında bulunan bu postanenin ne kadar önemli bir işlevi olduğu anlaşılıyor.
İnsan belli bir zaman diliminde hayatının nereden nereye geldiğini görme fırsatını her zaman bu kadar net ve neredeyse elle tutulur şekilde bulamayabiliyor...
Bu sergiye çok sevdiğim bir heykeltraşın çalışmalarını, 5 yıldır neler yaptığını izlemek ve onun duygusuna girebilmek için gitmiştim... Ancak bu tarihi binanın katlarında dolaşıp teker teker merdivenlerden çıkarken, adeta kendi hayatımın son 5 yıllık döneminin de katlarında, odacıklarında dolaşır gibi hissettim kendimi.
Tanrı Ülgen'e Doğru I / 2017 (214x200x32) |
Serginin hemen girişinde beni şu sözleri karşıladı :
"Şamanların taşıdığı enerji ve onun güce dönüştürülmesi çok
cezbedici benim için. İnsan ve insan doğası günümüzde teknolojiye yenik düştü.
Kendimizi unuttuk, vücudumuzla ilişkimiz azaldı. Artık doğal değiliz hatta
doğaya karşıyız, kendi doğamıza bile. İnsan doğasının çıkarabileceği enerjinin
çok azıyla idare ediyoruz. Ayaklarımızı koşu bantlarında, doğayı ancak
pikniklerde yaşıyoruz. Sular, topraklar, ağaçlar, hayvanlar, artık mukaddes
değil. Ruhları yok. Doğal değerler artık değerli değil… Anlamlı hiç değil. İşte
kaybolan bu değerleri yeniden bulmak, köklerimize dönmek ve içimizdeki enerjiyi
aktif hale getirip çıkarabilmek yani kendine dönmek bence günün sorunu."
Şahmeran / 2017 (260x166x208) Havva, Yılan, Elma / 2017 (238x76x49)
"Heykellerimde de şamanların içindeki gizli güçleri nasıl
dışarı çıkardıkları, nelerden yardım aldıkları, nelere inandıkları sorusuna
cevap bulmaya, bir illüzyon yaratmaya çalıştım. Geçirgen formlar ve leke, yere
düşen gölgeler, renkler hep şamanlar dünyasına, ruhlar dünyasına bir geçiş
yapmakta bana yardımcı oldu. Bence tüm bu form ve malzeme denemeleri heykelime
yeni bir açılım getirdi. Çok sevdiğim demire yeniden döndüm."
Gölgelerin Dansı / 2016 (194x156x30) |
Ölüm ve Uyku, Hypnos & Thanatos / 2014 (36x26x15) |
"Taşı kes; taş kasabı olma.
Ustalığın taşı yenmeye değil, taştan heykel yapmaya yarasın.
Kızgınlıkla taşa vurma eline vurursun.
Ters damar keskin murç, dik vuruş ve sabırla yontulur.
Taşı okşa; bakan gözün görmediğini elin gözü görür.
Heykel aklın gözüyle tasarlanır, yüreğin eliyle yapılır.
El yüreği, yürek gözü, göz aklı etkiler. Ve de tersi; akıl gözü, göz yüreği, yürek eli…
Bu etkileşim sürer gider."
Yerden Göğe Gökten Yere / 2014 (55x43x30) |
"Çekicini, murcunu öyle tut, öyle vur ki elin nasır tutmasın. Çekicin sapı, kolun ve kolunla omuz başına kadar uzar, unutma!
Çek, salla, döndür ve murcun üstüne bırak; çek, salla, döndür ve bırak…
Kolunla çizdiğin daire ne kadar büyükse o kadar güçlüsün."
Perisperik Cübbe / 2017 (180x106x32) |
"Rasyonel dünya, teknoloji, insan, doğa, düşler, mitler ve ruhlar dünyası birbirlerini biçim bozucu aynalardan seyrediyor. İnsan artık zararlı. Oysa her insan biraz şamandır. Köklerinin dünyasına dönmelk, onunla iletişim kurmak ister."
Perisperi Dansı / 2017 / (157x52x52) |
"Bazen ellerimi ve gözümü yöneten güç kimin?
Ellerime kim heykel yaptırıyor?
Kim bu, benim gözümle gören, sesimle şarkı söyleyen?
Beynimin içinde konuşan ses de kim?"
"Gerçekçiliğin, yaşam kadar zengin, yaşam kadar çeşitli,
yaşam kadar perspektifli ve açık yolundayım. Bu bağlamda ne sanat ne de dünya
benim için bir sır değildir.
Anlaşılmazlığı savunmuyorum benim derdim tam
tersine anlaşılabilmek. Sanat yaşamdan kaynaklanmalı ve anlaşılmalı bence.
Bunun için tüm hünerimi, tüm ustalığımı, konuyu anlatırken, konunun özüne uygun
her türlü sanatsal öğeyi kullanmaktan çekinmem.
Bu konuda sınır tanımıyorum.
Kendimi insanlık sanat kültürünün bu anlamda zengin bir mirasçısı olarak
görüyorum. İyiyi, güzeli, gerçeği anlatmakta ne varsa bizimdir diyorum."
Bu müthiş sergiye 20 Nisan 2017'ye kadar gitmek,
sonra tekrar gitmek
ve hatta tekrar gitmek için zamanımız var...
Bundan yüzyıllar sonra dünya üzerinde yaşam hala devam ediyor olursa,
Mehmet Aksoy sadece Türkiye'nin değil,
çağının en büyük sanatçılarından biri olarak anılacak...
Anlattıklarıyla duygularını, adeta bir heykel gibi üç boyutlu hale getirerek bizlere hissettiren, sözleriyle heykel yapan,
heykelleriyle şiir yazan Mehmet Aksoy ile
aynı dönemde dünyada bu topraklarda olduğum için
kendimi çok şanslı hissediyorum...
♥
Let love rule...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder