Bu Blogda Ara

11 Nisan 2012 Çarşamba

Tesadüfler...


Hayatımızda tesadüf diye birşey yok.
Sadece nasıl olduğunu anlamadığımız şeylere tesadüf deyip
zihni rahatlatıyoruz.
Büyük planın parçası olmanın, evrende bir toz zerresi,
ama eşsiz bir zerre olmanın büyüklüğünü kabul edip teslim olmakta zorlanıyoruz.


Dünyasal kavramlarla yaşıyoruz.

Küçük güçsüzdür sanıyoruz.
Güçlü olan herkesi ezer sanıyoruz.
Küçük olduğumuzu kabul edersek ezileceğimizden mi korkuyoruz?
O yüzden mi, olduğumuzdan büyük görünmeye çalışıyoruz?

Aslında ne küçük var ne büyük...
Kriter nedir ki, neye göre küçük ya da büyük?
Birlik'in iradesi kriter alındığında?
Soruya böyle ver cevabı bir de hadi?




Peki...senin evrendeki biri için herşey olabileceğini düşünsek?
E o zaman toz zerresi falan hikaye olmaz mı?
Yani aynı anda hem evrenin en küçük birimi, 
hem de tüm evren olabiliyorsun.
Bir gün bir zerre, ertesi gün tüm evren olmak insanı delirtmez mi?
Öyle tatlı delirtir ki :)))


Neyse konu karışmasın.

Tesadüfler...
Çok kıymetlim...
4 yıl önce bugünlerde hayatıma giren bir arkadaşım var, Nazlı'm...
O yaz sonu kafamda binlerce soruyla, gözlerim hep denizin ve gökyüzünün enginliklerinde...

Turgutreis Çatal Adası
Ömrümün en zor ağustosu...
Dedim, bana birşey söyle...  aklımı kaçırmak üzereyim.
Bana şunu yazmıştı: "Akışta herşey senin için hazırlanıyor, korkma"

Çok zorlandığım...parçalanmış hissettiğim zamanlar oldu.
Saksısı değiştirilen bir bitki düşün...
Eski saksıdan çıkarılır, yeni saksıya birazcık taze toprak eklenerek yerleştirilir.
Ben çok uzun bir süre, iki saksı arasında, köklerim dışarıda, havada kaldım.
Yeni saksıya yerleşmeyi, adapte olmayı ve köklenmeyi reddettim.
Hiçbir yere ait olmadan geçen zamanlar...
Ana gemiye yetişemeyip dünyada mahsur kalmış uzaylı kardeş...Zuzi :)))

Sonra...sonra benzerlerimle tanışmaya başladım.
12 yaşından beri hissettiğim,algıladığım, ama çeşitli sebeplerle dile getiremediğim herşeyi konuşabildiğim benzerlerim...
Aynı dili kullanmanın verdiği rahatlık nasıl güzel...
Apayrı hayatlardan, döngülerden geçerken buluştuğumuz ortak payda...
Değişimin ve dönüşümün bir süredir başlamış olduğunu...
Yaşadığın daralmaların, döktüğün gözyaşlarının onun sancıları olduğunu farketmek...


Korkularınla yüzleşirken, bunların aslında önyargıların olduğunu görmen...
Önyargılarınınsa egonun savunma mekanizmaları olarak karşına dikilmesi...
Bugüne kadar reddettiğin, kaçtığın herşeyin aslında döngünün bir parçası olması...
Ve dengenin sağlanması için hepsinden biraz gerekli olduğunu bazen zor, bazen kolay yoldan öğrenmen...
Böylece değişime, daha doğrusu dönüşüme, hatta "aslına dönüşüne" karşı duyduğun tedirginliklerin bir bir ortadan kalkması...

Güneşinin doğarken çok yavaş ve çok nazikçe iç dünyandaki bariyerleri bir bir aşması...

Sen neredeyse hiçbir şey yapmadan, akışın, sana hazırladıklarını kendi zaman anlayışıyla bir bir sunması.
Ve senin bunu engellemek adına hiçbir şey yapamadığını görmen, duvarlarını indirmeye niyet etmen, nihayet oluşu kabul etmen, içindeki buzdağlarının indiği derinlikleri keşfetmen, erimeye başladıklarını (bazen dehşete kapılarak) gözlemlemen ve akışa teslim olman...

Zamanın balyozunun dünyanı yerle bir ettiğini sandığın sırada, yıkılmadan yeniden doğamayacağını görmen ve bir kez daha huzurla gözlerini kapayıp şükretmen...

İşte şimdi nasıl şükrediyorum o zamanlara.
Ancak şimdi şükredebiliyorum, çünkü tüm bunları yaşarken böyle değerlendiremiyorsun.
Biraz uzaklaşıp bakman gerekiyor.

Toparlayalım...
Bunlara tesadüf demek mümkün mü?
Başımıza gelen olaylar...
Çok can yakıcı, yıpratıcı olabiliyor.
Ama sonra su yolunu buluyor.
Bazen "bunu ben yaptım, ben düzene koydum" sanıyoruz.

Ama geri dönüp baktığımız zaman hayatımızın akışındaki dönüm noktalarının  minik minik yıldızlar gibi pırıldadığını görüyoruz. Bunlar yolumuzdaki ipuçları. Sakince ama apaçık karşımızda duruyorlar. Ama yolda ilerlerken bunları görmeden yanlarından geçip gidebiliyoruz.
Ve bir gün o noktaları birleştirdiğimiz zaman ortaya çıkan resimden büyüleniyoruz.



Bu duyguyu Steve Jobs 2005 yılında Stanford mezunlarına yaptığı o muazzam konuşmada şahane ifade ediyor. 
Stay hungry...stay foolish...

"Tabii ki üniversitedeyken, noktaları ileriye bakarak birleştirmek imkansızdı.
Fakat 10 sene sonra geriye dönüp baktığımda herşey çok ama çok berraktı.
Tekrar söylüyorum, noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz;
onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz.
Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor.
Birşeye güvenmelisiniz.
Cesaretinize, kaderinize, hayata, karmaya, herhangi birşeye.
Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yarı yolda bırakmadığı gibi
hayatımı da bütünüyle değiştirdi."

İlgilenenler için konuşmanın tümü şu linkte:  







sonra leylak ağacının mor çiçeklerini açmaya başladığını görürsün...
sana döngüye inanmayı hatırlatır... teslim olmayı...
hayatta tesadüf olmadığını... ve herşeyde bir hayır olduğunu...
sen şimdi sebebini bilemesen de...
akışta herşeyin senin için hazırlandığını...
birgün noktaları geriye doğru birleştireceğini...
bugün birleştirdiğinde gördüklerin gibi,
o gün de göreceklerinden mutlu olacağını...
kendini bütün hissedeceğini...
ve mucizelere inanacağını...

Fotoğrafın arka planında 'gururumuz' Finans Park...yine de...


Let love rule...











1 yorum:

  1. Çocukluk ytıllarımdan beri kafamı hep kucalayan temel felsefi sorudur; "Tesadüf nedir?"...Tesadüf, şans, fırsat, risk, sürpriz...ismi her neyse... hani planlanmadan geliverir hayatımıza ve şöyle bir karıştırır; bazen kafamızı, bazen de kalbimizi... Ben, geçmişe dönüp bakıp da bu noktaları anlamlandırmaktan daha çok, geldiği andaki karışıklık halini seviyorum!.. Sanırım en çok kendimize yakın olduğumuz zamanlar bunlar; çünkü duygular (acı veya tatlı) zirvede oluyor.. O nedenle gerçek yaşam anları!.. Tadına vara vara, hepimiz için bol bol dilerim..sevgiyle kal :)

    YanıtlaSil