Bu Blogda Ara

29 Nisan 2012 Pazar

Adele'in şarkısından çıktık yola...

Sevgilisinden ayrılıp şarkı yazmış kadınları mümkünse dinlemeyeceksin (oops biraz ağır mı oldu :)
Ama onlar da n'apsın, bir şekilde duygularını dökmeleri lazım.
Onların döktükleriyle durduk yerde dolduruşa gelmediğin sürece sorun yok.

Bunlardan en damar olanlarından biri, son birkaç senedir hayatımızda olan Adele.
Aşkının hikayesini bilmiyorum, ama sonrasında adamı doğduğuna pişman ettiği kesin; şarkılarıyla.
Tabi hepsi kurgu değilse.
Şüpheciyim işte...herşeye kolay kolay inanasım gelmez...
hele böyle bir hikayeye...mutlaka vardır arkasında birşey diye...
Bazen de saf saf hemen inanırım o ayrı.
Gerçi aklıma hiç örnek de gelmiyor...
neyse yazdım artık kalsın böyle :)

Ama Adele'inki de benim sınırlarımı zorluyor, doğruya doğru.
Düşünsene ayrıldığı adama 'never mind I'll find someone like you' diyor.
Nasıl? Ayrıldığı adam gibi birini mi bulacakmış???
Çocuğum deli misin sen,dersini almadın mı?
Yok almamış anlaşılan.
Aynısını bulup ne yapacak merak ettim.

Bir de bu adam ona 'sometimes it lasts in love and sometimes it hurts instead' demiş.
Aşk bazen sürer, bazen de can yakar.
Bu kızın acı çekesi varmış.
Hayatının bu kadar özel detaylarını bilmiyoruz tatlı Adele'in...
Ama tahminimce daha önce de buna benzer durumlar yaşamış.
Yaşı da öyle genç ki...

Hayat, sana anlattığı hikayeye kulak vermeyi reddettiğin kadar yükseltir sesini.
Sunumunu yapar, baktı ki anlamadın başka bir yol dener.
Tamamen farklı bir senaryo...
oyuncular, mekan, kostüm, ana hikaye, hepsi farklı.
Ama o da ne? Yan hikaye?
Görünenin altında öyle bir hikaye akıyor ki...

İşte buna 'farklı okuma' diyoruz.
Konuyu dağıtmak istemiyorum ama frekansları değiştirerek görünenin ardındakini görmek
ve herşeyi farklı şekilde okumak mümkün.

Bunların en zevklisi kendi hayatın olur.
Ruhunda dokunulmayacak yerlere yaklaştırır insanı...
Bilinçaltında bile düşünülmeyecek olanı gerçeğin kılar...
Gerçek nedir, konusuna hiç girmiyorum...şu an için :)

Hayatın bunu kaç kez karşına çıkaracağı tamamen sana bağlı.
Bakti ki hiiç farkında değilsin, ta daa bir yeni senaryo daha, haydi iyi seyirler...

Soru  : peki ne zaman, nasıl biter bu döngü?
Cevap: zamanı gelince :)

Bunu nasıl açıklarım bilemiyorum.
Hakkında çok kafa patlatılmış, kitaplar yazılmış bir konu.
Nasıl zamanı geliyor, nasıl uyanıyoruz, nasıl?
Bir gün birşey oluyor işte...istersen ilahi dokunuş diyelim buna...
O biliyor zamanı ve vakit tamam olduğunda bir gün bir kek tarifi okurken dank ediyor kafaya birşey.


Diyor ki, önce yumurtayı çırpacaksın, sonra şekeri ekleyeceksin...
yağ, yoğurt sonra gelecek...
en son un, vanilya ve kabartma tozu.
Yani önce sıvılar, sonra katılar...
Kakao koyarsan fazla karıştırmayacaksın.
Üzüm koyacaksan önce biraz una bulayacaksın, yoksa dibe çöker.


Görüyor musun? 
GÖ - RÜ - YOR     MU - SUN ???
Hep gözünün önünde halbuki.
Pes etmiyor... geri çekilmiyor... vazgeçmiyor...
İstiyor... gör istiyor... kendini bulacağını biliyor...
Sen kendini bulduğunda hayat da anlam kazanacak... 
bunun için sabrediyor...

Mükemmeliyetçi olmak... kontrollü olmak...
Böyle durumlarda sonuç daha ilginç oluyor.
Bu yönlerine çalışıyorsun ve bir şekilde zaman içinde yumuşadığını,
kontrollü ruh hallerinin gevşediğini sanıyorsun.
Ve işte o kek tarifini okuduğun gün,
herşeyin ne kadar kendine bağlı olMAdığını gördüğün anda yüzdeki o ifade :)))
Ezberlerin bozulduğu o an...


Bu noktaya alışmak biraz zaman alıyor.
İlk sersemliğin ardından, gözlerin güneşe alışınca,
önce yaşadıklarının ortak paydasını tespit etmen gerekiyor.
Bunlar 'neden ben? neden şimdi?' diye feryat ettiğin zamanlardır belki de.

İşin en güzel kısmı şu...
Bir şekilde bunu tespit ettiğin anda uyanıyorsun.
Ve hatta geriye giderek daha önce yaşadıklarındaki ipuçlarını da toplarsan...of of offf  :)))

Düğüm çözülüyor, sınavı veriyorsun.
Hayatta tekrar karşına çıksa da artık gündelik mesele kadar bile anlamı olmuyor.
Aşıyorsun, üstünden atlayıp yoluna devam ediyorsun.
Daha nasıl anlatayım bilmiyorum ki...

Bitti mi dersen :)
Yok bitmedi, bitmeyecek de...
İnsan dediğin öyle çok katmanlı ki...
Çöz çöz çöz... Çözül çözül çözül...bitmiyor.
Birini, diğerini, ötekini...
devam edip gidiyor.
Bir daire tamamlanıyor, buna biraz alışıyorsun.
Sonra diyorsun ki, e başa döndük şimdi ne olacak.
Evet başa döndün, ama kendini tamamlamak adına döndün.


Şimdi döngü
tekrar başlayacak, tabi bir üst aşamadan.
Bu tamamlandıkça bir üst aşamaya çıkan daireler,
sonunda senin hayatının spiral formundaki yolu haline gelecek.


Hayat dümdüz akmıyor, dönerek yukarı doğru tırmanıyor.
Herbir yaşadığınla daireni genişletiyorsun.
Daha geniş kapsamda yaşıyorsun, çözüyorsun...
Algılıyorsun ve çevrene yayıyorsun...

Çözdükçe kendine yaklaşıyorsun, yüzleşiyorsun, şaşırıyorsun...
Seviniyorsun, hayran oluyorsun, korkuyorsun...
Ne diyeceğini bilemiyorsun, teslim oluyorsun...
Herşeyin sende olduğunu, hepsinin sen olduğunu görüyorsun....

Kıymetini biliyorsun, dolayısıyla kıymet bilir hale geliyorsun....
Hem hak edişlerini kabul ediyorsun, hem hakkını veriyorsun...
Hayatını açıyorsun... 
Artık mücadele etmiyorsun...


Tam bu noktada aklımıza Whitney geliyor :)
I'm every woman diye şarkısını söylüyor.

Tüm kadınlar benim...
Onların hepsi benim içimde...
Olmasını istediğin ne varsa...
Doğallıkla yaparım...






Bitirmeden önce:
Adele'cim, şarkın bizi nerelere getirdi görüyor musun :)
Şarkılarının melodileri çok güzel, kendini dinletiyor.
Başarılı remixleri de var, sporda, dansta gayet iyi gidiyor.
Ama sözlerine kulak vermek niyetinde değilim hiç.

Dilerim sen de çektiğin acıları aşmışsındır.
Ve kendi kıymetini bilen bir kız olmuşsundur artık.
İçinde pek çok kadını eş zamanlı olarak taşıdığının farkında olan...
Herbirinin senin kristal yüreğinin başka bir yansıması olduğunu bilen bir kadın...
Sevgiler...

Let love rule...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder